Arama Sonuçları

Listeleniyor 1 - 10 / 51
  • Öğe
    General conditions, problems and expectations of Syrian migrants in Turkey
    (Akademisyen Kitabevi, 2019-06-17) Türk, Emrullah; Nerse, Serdar
    The directors of Academician Publishing House, have been conducting their commercial activities for a long time by transferring their 30 years of broadcasting experience to their legal entities. In the said period, it was proud to publish 750 books, particularly health and social sciences, cultural and artistic topics. The Academician, that defines the platform of being an international publishing house, is in the pursuit of creating a global brand in addition to broadcasting in Turkish and foreign languages. The books, which are considered as permanent documents of scientific and intellectual studies, are the witnesses of hundreds of years as an information recording platform. The future of the book, which has built on a solid basis with the invention of the printing press, will certainly have a place in our lives for a long period of time, even though it has moved into orbit of new inventions. Academician Publishing House has started the process of publishing books in international quality and quantity with its own name of “Scientific Research Book” series in Turkish and English. The publication process, which will take place in March and September every year, will continue with thematic sub titles. We owe to our thanks to all of our researchers who supported this process, which was starting with about 30 books, and to everyone in the background
  • Öğe
    Ebul Abbas Ahmed b. Arabşah’ın Sultan Çakmak için yazdığı medhiye eseri
    (Kimlik Yayınları, 2019) Ağır, Abdullah Mesut
  • Öğe
    Hanımlara mahsus gazete
    (İSAM - İslam Araştırmaları Merkezi, 2016) Öztürk, Zehra
    19 Ağustos 1311 (31 Ağustos 1895) tarihli ilk sayısında derginin sahibi İbnülhakkı Mehmed Tâhir Efendi, “Tahdîs-i Ni‘met-Ta‘yîn-i Meslek” başlığı altında yayın politikalarını “okuyup yazmayı seven, eğitimli, dindar, iyi ahlâk sahibi, iyi eş ve iyi anne özelliklerine sahip Osmanlı müslüman hanımı yetiştirmek” diye açıklamıştır. Bu amaçla kemâl-i edeb ve iffet dairesinde yazılmak şartıyla kadınlara mahsus her türlü ahval, faydalı makaleler ve günlük havâdisler neşredilecektir. Derginin gelirinden yüzde beşinin kimsesiz gelinlik kızlara çeyiz parası olarak verileceği ifade edilmiştir. Önceleri haftada iki defa, 202. sayıdan itibaren bir defa sekiz ile on iki sayfa olarak çıkan dergi 1895-1908 yılları arasında kesintisiz devam ederek 624 sayı neşredilmiştir. Hanımlara Mahsus Gazete’de Fatma Şâdiye Hanım “müdîre”, Nigâr bint Osman başyazar olarak görünmektedir. 1904-1908 arasında Ziya Şakir dergi müdürlüğünü üstlenmiştir. Yazar kadrosunda Fatma Aliye ve Emine Semiye (Ahmed Cevdet Paşa’nın kızları), Zeyneb (Ahmed Cevdet Paşa’nın torunu), Leylâ (Saz), Fatma Makbule Leman, Ayşe Sıdıka, Hamiyet Zehra, Gülistan İsmet, Keçecizâde (Elif) İkbal, Münire, Nedime, Zekiye, Rânâ bint Saffet, Hatice Aliye, Fatma Fahrünnisa (Ahmed Vefik Paşa’nın torunu), Hâlide bint Edib (Halide Adıvar), Güzide Sabri (Aygün) gibi hanımlar yanında İbnülhakkı Mehmed Tâhir, Ahmed Midhat Efendi, Ahmed Râsim, Avanzade Mehmed Süleyman, Nazikîzâde Mehmed Hilmi, Mustafa Âsım, Fâik Sabri, Ali Muzaffer, Ziya Şakir gibi erkekler de yer almaktadır. Ayrıca “Aile Hekimi”, “Bir Muallime”, “Bir Köylü Kadını”, “Çingene Kızı”, “Satılmış” gibi takma adlar kullanan yazarlar ve kadın kimliğiyle yazan erkek yazarlar da mevcuttur. Ahmed Râsim “(Elif) Râsime, Leylâ Feride”, Hüseyin Remzi “Hoca Hanım” takma adlarını kullanmıştır. 1904-1908 yıllarında çıkan sayılarda imzasız yazılar çoğunluktadır. Dergide resmî yazılar, duyurular, haberler dışında makale, mektup, roman, hikâye, şiir gibi edebî türlere, eleştirilere ve yabancı yazarlardan tercümelere yer verilmiştir. Makalelerde kadınların eğitimi ve kız çocuklarının okutulması konusu sıkça işlenmektedir. Ayrıca sağlık, din, evlilik ve aile hayatı, çocuk yetiştirme, ailede terbiye, ev idaresi, giyim kuşam, güzellik, fen bilimleri, güzel sanatlar, bulmaca, müzik gibi hususlar dergide yer almaktadır. Okuyucu mektupları da burada önemli bir yer tutmuştur, dolayısıyla derginin çok sayıda okuyucusunun olduğu anlaşılmaktadır. Sadece İstanbul ve diğer Osmanlı topraklarından değil Fransa ve Kafkasya’dan da okuyucu mektupları gelmiştir. 1896’da çıkan 64. sayıda Hayriye Mağmûme’nin Tiflis’ten yolladığı “Büyük İftihar” başlıklı mektupla 1901 yılına ait 114/316 sayılı dergide “Avrupa’da Hanımlara Mahsus Gazete” başlıklı bir haber-yazı mevcuttur. Derginin genellikle moda, biçki dikiş, nakış, elbise ve işleme örnekleri, bilmece gibi konuları içeren “Hanımlara Mahsus Gazete’nin İlâvesi” ve “Kısm-ı Musavver” gibi adlarla çıkmış bol resimli ekleri de vardır. Bunun dışında uzunca bir süre “Hanım Kızlara Mahsus Nüsha” adıyla ayrı bir ek yayımlanmış, dergide zaman zaman “Çocuklara Mahsus Gazete”, “Çocuklara Mahsus Resimli Hikâye” gibi bölümlere yer verilmiş, “Hanımlara Mahsus Gazete Kütüphanesi” başlığı altında çeşitli kitaplar tanıtılmıştır. Hanımlara Mahsus Gazete’de tefrika edilen eserlerin bir kısmı kendi matbaasında basılarak kitap halinde çıkmış, dergide bunlara dair “Matbaamızda Tab‘ Olunarak Satılmakta Bulunan Kitaplar” başlığı altında bilgi verilmiştir. Hanımlara Mahsus Gazete hayır işleriyle ilgili faaliyetlere de katılmış, bunlarla ilgili organizasyonlarda yer almıştır. Kimsesiz gelinlik kızlara, öksüz ve yetimlere, yaralı askerlere ve asker ailelerine, şehid yetimlerine yardım konusunda komisyonlar kurulmuş, sergiler düzenlenmiştir. Hanımlara Mahsus Gazete’nin yöneticileri devletten teşvik ve taltif görmüştür. Arşivdeki bir belgeye göre, padişahın İslâm kadınını ilerletmek için açtığı yol sayesinde pek çok müslüman kadının bu gazetede yazısı çıkmış, böylece İslâm hanımlarının ne kadar ilerlemiş olduğu Batı milletlerince de görülmüştür. Bunun derginin başyazarı Nigâr Hanım’la müdürü Şâdiye Hanım sayesinde başarıldığı bilinmektedir. Dergide yazısı çıkan kadınlara Şefkat nişanı verildiği gibi Nigâr Hanım ve Şâdiye Hanım’a da İslâm kadınlarının ilim tahsiline ve eğitimine katkılarından dolayı 4 Kasım 1897’de üçüncü rütbeden Şefkat nişanı verilmiştir (BA, İ.TAL., nr. 123/30, 1315/C-30). Diğer bir belgeye göre şehid evlâtlarına ve yaralı askerlere yardım sergisinde yardım toplama ve eşya satışı konusunda yayımladıkları makaleler takdire şayan görülerek Nigâr Hanım ile Şâdiye Hanım’ın Şefkat nişanları ikinciye tebdil edilmiştir (BA, İ.TAL., nr. 161/43, 1316/Ş.-43). II. Abdülhamid döneminde en canlı neşriyatını yapmış olan dergi yayımlanmasında maddî sıkıntılarla karşılaştığında devletten yardım almıştır. Nitekim böyle bir durumda iken derginin sahibi Mehmed Bey’in dilekçesi üzerine 8 Ekim 1905’te tahsisattan bir miktar para gönderilmesine karar verilmiştir (BA, DH.MKT. 1014/47, 1323.Ş). Derginin II. Meşrutiyet’ten sonra eski canlılığı kalmamış, sadece bir resimli kadın dergisi hüviyetine bürünmüş ve ardından yayın hayatına son verilmiştir. Hanımlara Mahsus Gazete, 1910 yılında Selânik İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne dayalı olarak kurulan Teâlî-i Vatan Osmanlı Hanımlar Cemiyeti’nin yayın organı şeklinde yeniden yayımlanmıştır. Meşrutiyet’in başlangıç yıllarının en güçlü kadın örgütü olan bu cemiyet 17 Kasım 1909’da Selânik’te kurulmuş ve kısa sürede İstanbul’da da teşkilâtlanmıştır. Hanımlara Mahsus Gazete böylece yayın hayatına elli sayı kadar devam etmiştir. İmtiyaz sahibi yine İbnülhakkı Mehmed Tâhir, müdürü de Fatma Şâdiye Hanım’dır. Esas dergi nüshalarının İstanbul’da bulunduğu kütüphaneler Hasan Duman’ın Arap Harfli Süreli Yayınlar Toplu Kataloğu 1828-1928 adlı kitabında kaydedilmiştir. Dergide yayımlanmış yazıların ve yazarlarının adları İstanbul Kütüphanelerindeki Eski Harfli Türkçe Kadın Dergileri Bibliyografyası’nda toplu halde yer almaktadır. Hanımlara Mahsus Gazete’yle ilgili olarak üniversitelerde şu tezler hazırlanmıştır: M. Fetih Yanardağ, Hanımlara Mahsus Gazete Üzerine Bir Araştırma (1995, yüksek lisans tezi, Dicle Üniversitesi); Elizabeth Brown Frierson, Unimagined Communities. State, Press and Gender in the Hamidian Era (1996, Ph.D. Dissertation, Princeton University); Hale Gürbüz, Hanımlara Mahsus Gazete (2001, yüksek lisans tezi, Erzurum Atatürk Üniversitesi); Arzu Şeyda, Hanımlara Mahsus Gazete (101-200) (Tahlilî Fihrist, İnceleme, Seçilmiş Metinler) (2003, yüksek lisans tezi, Erzurum Atatürk Üniversitesi); Aybala Arı, Hanımlara Mahsus Gazete (201-300) (Tahlilî Fihrist, İnceleme, Seçilmiş Metinler) (2004, yüksek lisans tezi, Erzurum Atatürk Üniversitesi).
  • Öğe
    Züleyha
    (İSAM - İslam Araştırmaları Merkezi, 2013) Öztürk, Zehra
    Kur’an’da Yûsuf sûresinde Mısır azizinin eşi ve Yûsuf’a âşık olan kadın olarak yer almasına rağmen Züleyhâ’nın (Zelîhâ) adı geçmez. Tevrat’ta da Mısır azizinden Potifar adıyla söz edilirken eşinin adı verilmez, sadece İslâm sonrası bir yahudi literatüründe (Yashar wa-Yesheb) Züleyha diye anılır. Potifar Arapça kaynaklara Itfir, Kıtfîr, Katîfir, Kutayfer şeklinde intikal etmiş, karısından Zelîha/Züleyha veya Râil/Raîlâ adıyla bahsedilmiş, özellikle Farsça ve Türkçe mesnevilerde ise Zelîha ismi daha yaygın biçimde kullanılmıştır. Bazı mesnevilerde bu ismin Zilha, Zelhâ olarak harekelendiği görülmektedir. Yûsuf sûresinde Züleyha’ya dair şu bilgiler verilir: Yûsuf köle olarak Mısır’da satıldığında çocuğu olmayan hükümdarın veziri (aziz) onu alır ve karısına çocuğu evlât edinmek istediğini ve ona iyi bakmasını söyler. Yûsuf erginliğe ulaşınca Züleyha güzelliğinden dolayı ona göz koyar ve onu elde etmek için çareler arar. Bir gün kapıları kapatarak Yûsuf’u mahremine davet eder. Ancak Yûsuf efendisine ihanet edemeyeceğini söyleyerek ondan kaçar ve kapıya doğru koşar, Yûsuf’a yetişen kadın onu arkasından yakalarsa da gömleği yırtılan Yûsuf bu sayede Züleyha’nın elinden kurtulur. Tam o sırada kapıda azizle karşılaştıklarında Züleyha, Yûsuf’un kendisine saldırdığını ileri sürer. Ancak Yûsuf’un gömleğinin arkadan yırtılmış olması kadının haksızlığını ortaya çıkarır. Diğer taraftan şehrin ileri gelenlerinin hanımları azizin karısının kölesinden murat almak istediği yolunda dedikodu yaparlar. Züleyha da onları evine çağırıp önlerine meyve koyar, ellerine de birer bıçak verir; kadınlar bıçakla meyveleri soyarken Yûsuf’u karşılarına çıkarır. Yûsuf’u gören kadınlar güzelliği karşısında şaşırır ve bıçakla ellerini keserler. Azizin karısı da, “Benim murat almak isteyip karşılık bulamadığım işte bu hârikulâde gençtir diyerek kendini savunur. Buna rağmen Yûsuf dedikoduları önlemek amacıyla zindana atılır. Zindanda iken Mısır hükümdarının gördüğü bir rüyayı tabir etmesi için saraya çağrılınca ellerini kesen kadınlar suçsuzluğunu açıklığa kavuşturmadıkça zindandan çıkmayacağını söyler. Hükümdarın huzuruna getirilen kadınlar Yûsuf’un suçsuz olduğunu bildirirler; azizin karısı da kendisinin ondan murat almak istediğini, ancak bunu kabul etmediğini söyler. Bu olaylar tefsir kitapları ile peygamber kıssalarında daha geniş biçimde ele alınmış, bu anlatımlarda genellikle İsrâiliyat’tan faydalanılmış ve sanatkârlarca süslenmiştir. Yûsuf kıssası çevresinde oluşturulan hikâyeler daha sonra yahudi folkloruna da girmiştir. Yûsuf peygamberin hayatı müslüman milletlerin edebiyatlarında sıkça ele alınmıştır. Onun hikâyesi genişletilip yer yer diğer hikâyelerle zenginleştirilerek âdeta bir destan haline getirilmiş, meclislerde anlatılmış, şairler tarafından müstakil eserler kaleme alınmıştır. Züleyha’nın edebiyatta işlenen kimliğiyle tarihî kimliği birbirinden farklıdır. Dinî kaynaklarda kendisinden fazla bahsedilmez, hatta ismi bile anılmaz. Bazı eserlerde azizin karısı ve kötü niyetli bir kadın olarak tanıtılır. Hz. Yûsuf’u konu alan hikâyelerde ise kendisinden söz edilerek yaptıklarından dolayı âdeta mâzur görülmüş, sevdiğine kavuşmak için her şeyi göze alan bir âşık kimliğiyle takdim edilmiştir. Nitekim çok güzel olan ve nazla büyütülen Züleyha daha Mağrib Hükümdarı Taymus’un kızı iken rüyasında Yûsuf’u görerek ona âşık olur. Yûsuf rüyada kendisinin Mısır azizi olduğunu, ileride evleneceklerini, bu sebeple hiçbir erkeği kabul etmeyip kendisini beklemesini söyler; evlenecek çağa geldiğinde Züleyha rüyası sebebiyle hiç görmediği Mısır aziziyle evlenir. Fakat karşısına rüyada gördüğü kişi değil Kıtfîr çıkar. Yıllar sonra Kıtfîr, Yûsuf’u köle olarak eve getirince Züleyha onun rüyada gördüğü genç olduğunu anlayarak ona kavuşmanın yollarını arar. Bir başka anlatıma göre Züleyha, Yûsuf zindana atıldıktan sonra yaptıklarına pişman olur. Yûsuf zindandan çıkıp Mısır’da önemli mevkilere geldikten ve aziz öldükten sonra Züleyha tamamen gözden düşer, servetini kaybederek bir kulübede yaşamaya başlar. Zaman içinde yaşlanıp gözleri kör olur, ayrıca puta tapmaktan vazgeçip hidayete erer. Yûsuf bir gün atıyla saraya dönerken Züleyha onun yoluna çıkar ve tekrar karşılaşmış olurlar. Züleyha Yûsuf’tan kendisi için dua etmesini ister, Yûsuf’un duasıyla gençleşip gözleri açılınca Yûsuf onunla evlenir. Daha önce evlenmiş olmasına rağmen Yûsuf Züleyha’nın bâkire olduğunu anlar; böylece Züleyha’nın da rüyasında gördüğü Yûsuf’a verdiği sözü tutmuş olduğu anlaşılır. Züleyha’nın Yûsuf’tan Efraîm ve Mîşâ adlı iki oğlu ile Rahmet adlı bir kızı dünyaya gelir. Züleyha, Yûsuf ile evlendikten sonra kendini tamamen ibadete verir, bu defa Yûsuf ona yöneldiği halde Züleyha kaçar. Hatta bir seferinde kaçarken eteği arkadan yırtılarak Yûsuf’un elinde kalır, Züleyha da ona, “Bu öncekinin karşılığıdır” der. Yûsuf, Züleyha için bir ibadethâne yaptırır ve Züleyha ömrünü ibadetle geçirir. Konuyu işleyen mesnevilerde, özellikle Abdurrahman-ı Câmî’nin Farsça eserinde ve Türkçe yazılmış “Yûsuf ve Züleyha” kıssalarından Şeyyad Hamza, Hamdullah Hamdi, Kemalpaşazâde ve Taşlıcalı Yahyâ Bey’in eserlerinde Züleyha’ya geniş yer verilmiş, hikâye âdeta Züleyha’nın Yûsuf’a olan aşkı üzerine kurulmuştur (bk. YÛSUF ve ZÜLEYHÂ). Divan edebiyatında mesneviler dışında gazellerde de Züleyha kıssası mazmun olarak yer almış, teşbih ve telmihlerle ondan bahsedilmiştir. Züleyha’nın aşkı, rüyaları, güzelliği, hilekârlığı, Yûsuf’u zindana attırması, Yûsuf’un eteğinin yırtılması gibi olaylar birer mazmun halinde çeşitli bağlantılarla şiirlere girmiştir. Fuzûlî’nin, “San Züleyhâ halvetidir gonce-i der-beste kim / Çıktı ondan dâmen-i çâk ile Yûsuf-vâr gül”; Bâkî’nin, “Gülün pirâhen-i Yûsuf gibi dâ-mânı çâk olmuş / Nesîm-i perde-dâr kıldı meger mekr-i Zelîhâ’yı”; Zâtî’nin, “Dôstum onun Zelîha-yı fenâ ardıncadur / Yûsuf-ı hüsnün kalır sanma ki dâmânı dürüst”; Nef‘î’nin, “Züleyhâ tâ ebed nevmîd olurdu zevk-i vuslattan / Bu istiğnâ vü bu nâzı göreydi düşte Yûsuf ger”; Nâilî’nin, “Biziz ol âşık-ı kullâb-nazar kim dilesek / Yûsuf’u dest-be-dâmân-ı Züleyhâ ederiz” beyitleri bunlara örnek verilebilir. Bursalı Ahmed Paşa’nın, “Yâ felek Mısr’ında sultân oldu bir Yûsuf-cemâl / Yâ Züleyhâ’dır tutar nâ-renc-i zer-peyker güneş” beyti, Yûsuf’un güzelliğini gören kadınların şaşkınlıkla ellerini kesmeleri hadisesiyle ilgilidir. İzzet Molla’nın, “Bin şîvesi vardır bu Züleyhâ-yı cihânın / Ey Yûsuf-ı hüsn eyleme zindânı ferâmûş” beyti de Yûsuf-zindan ilişkisi bağlamında yazılmıştır. Seyyid Vehbî’nin, “Kaçırdı Yûsuf-ı savmı Züleyhâ-yı felek şimdi / Hilâl-i îd sanma elde kaldı tarf-ı dâmânı” beyti ise konunun bir bayramiyyede ele alınışına güzel bir örnektir.
  • Öğe
    Diyarbakır Arkeoloji Müzesinden rozet betimli bir Urartu damga mühürü
    (Bilgin Kültür Sanat, 2019) Kaçmaz Levent, Esra; Demir, Timur; Dinç, Münteha Şahan; Ekici, Makbule; Tarhan, Çağrı Murat
  • Öğe
    Dostum, meslektaşım Dr. Rifat Ergeç
    (Bilgin Kültür Sanat, 2019) Zoroğlu, Kamil Levent; Demir, Timur; Dinç, Münteha Şahan; Ekici, Makbule; Tarhan, Çağrı Murat
  • Öğe
    Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan tunç Dionysos heykelinin P-XRF ile arkeometrik analiz ön raporu
    (Bilgin Kültür Sanat, 2019) Aydın, Mahmut; Tanrıkulu, Hüseyin; Çaylı, Pınar; Demirtaş, Işıl; Eser, Barış
  • Öğe
    İstatistiklere göre 1927 yılında Diyarbakır’ın ekonomik yapısının dağılımı
    (Ensar Neşriyat, 2018) İlyas, Ahmet; Çoban, Ebru
    İnsanoğlunun barınma amaçlı mekan inşa etmesi başta fizyolojik temelli bir eğilim olsa da, zamanla mekâna farklı kazanımlar katarak, mekanı barınma ihtiyacının dışına taşan çok yönlü bir yapıya dönüştürmüştür. Bu dönüşüm sonucunda çok geniş mekanlar olarak kabul edebileceğimiz şehirler ortaya çıkmıştır. Öte yandan, toplumların kendilerini bir mekan üzerinden var edip gerçekleştirdikleri düşünülecek olduğunda, insanlığın kendi arasındaki mücadelelerinin büyük bir kısmının bir mekana egemen olma mücadelesi olduğu görülür; bu yüzden, tarih, iktidarların olduğu kadar, mekanların da hikayesi olarak tanımlanır. Asur Kalesi, Diyarbakır Surları, Hevsel Bahçeleri, Birkleyn Mağaraları, 10 Gözlü Köprü, Hz. Süleyman Camii, Sipahiler Çarşısı, Deliller Hanı, Hasan Paşa Hanı, Sülüklü Han, Gazi Köşkü, Cahit Sıtkı Tarancı Evi ve daha pek çok eser veya mekan, Diyarbakır’ın tarihteki serüveninin birer hikayesi sayılır. Mekan ve toplum arasındaki ilişki devamlılık arz eden bir ilişkidir. Toplum, insan ilişkilerinin yoğun olarak yaşandığı, kültürün içinde büyüdüğü ve karakterini kazandığı bir alandır. İbn-i Haldun’a göre toplum, “yatağı hiçbir zaman kurumayan bir ırmak” gibidir. Yatağında ilerlerken tepelere rastlar ve eğilmek zorunda kalır. Bu eğiliş bir şehir söz konusu olduğunda, o şehrin farklı kültürlerin etkisine uğraması veya farklı siyasi yönetimlerin güdümüne girmesi olarak değerlendirilebilir. Tarihi süreçte şehrin büründüğü kültürel ve siyasi kimlik, onu kimi zaman ilerleme ve kimi zaman da gerileme süreçlerine soksa da, şehrin öznesi olan toplum her zaman vardır ve sürekli yenilenerek kalıcılığını sürdürür.
  • Öğe
    What do we learn from glass archaeometry
    (Bilgin Kültür Sanat, 2019) Aydın, Mahmut; Dumankaya, Oktay
    Elinizdeki bu kitap, Prehistorya’dan Bizans Dönemi’ne kadar geçen süreçteki üretim ve ticaretle ilgili konuları kapsamaktadır. Bu kitapta Anadolu özelinde, Antik Dünya’nın ticari ürünleri, üretim aşamaları ve ticaret yolları ile birlikte üretim ve ticaret olgusunun eski çağ toplumlarının sosyo-ekonomik hayatına etkileri üzerinde durulmuştur. Bu kitaba Arkeoloji, Tarih, Sanat Tarihi, Coğrafya, Jeoloji gibi bilim dallarında, alanında uzman pek çok bilim insanı çalışmalarıyla katkı sağlamıştır. İçeriğinde yer alan birbirinden kıymetli çalışmalar ile “Çağlar Boyunca” ana başlığı altındaki kitap serisinin ilkini siz değerli okuyuculularımıza sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
  • Öğe
    William Blake: ”Maskesiz Bir Adam” (1757-1827)
    (Klaros Yayınları, 2019-12-27) Alemdaroğlu, Şefika Nüvid; Tutaş, Nazan
    19.yüzyılın dahi sanatçısı, İngiliz Romantizminin kendine özgü şair, gravür sanatçısı ve ressamı William Blake ‘in çizimleri günümüzde Avrupa’nın en tanınmış müzelerinde sergilenmektedir. 1757-1827 yılları arasında Londrada yaşayan sanatçı şiirlerini el yazısıyla yazıyor, yine kendisi, karısı Catherine’nin de yardımıyla gravürlüyor ve kendisi basıyordu. En tanınmış eseri “ Songs of Innocence and Experience” ‘da hayata diyalektik bir bakış açısıyla bakan Blake kitabının önsözünde “insan ruhunun birbirine karşıt durumlarının” görüldüğünü söylemiştir. Şair Osman Tuğlu'nun adeta yeniden yazdığı şiirleriyle Blake tekrar nefes alıyor. Nüvit Alemdaroğlu