2 sonuçlar
Arama Sonuçları
Listeleniyor 1 - 2 / 2
Öğe 21 numaralı Mora ahkâm defteri’nin transkribsiyonu ve değerlendirilmesi(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-01-26) Doğu, Ferzimelek; Türkmen, Mustafa NuriOsmanlı Devleti’nde yüzyıllar boyunca önemini korumuş ve günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nde hâlâ özenle muhafaza edilmiş olan Ahkâm Defterleri bugünümüze ışık tutan yegâne arşiv kaynakları olarak karşımıza çıkıyor. Ahkâm Defterleri özelllikle o dönemde Devletin uygulamış olduğu adâletin nasıl sağlandığına, sosyo-ekonomik yapısına ve idari yapısı gibi pek çok konu hakkında bizi bilgilendirmesi açısından önem arz etmektedir. Devlet için halk arasındaki adâleti sağlama hem dini bir vazife hemde ülkeyi iyi bir şekilde yönetmek dönemin hükümdarının aslî vazifesiydi. Osmanlı Devleti’nde padişahlar ülke içerisinde yaşayan halk Hângi din veya mezhebe mensub olursa olsun bunların koruyuculuğunu esas alan bir yönetim şeklini benimsemiştir. Bu sebeple gelen şikâyetlerin çözüme kavuşturulması ve adâletin sağlanması hükümet için önemli bir unsurdu. Mora’daki şikâyetlerde hükümetin müslüman veya gayrimüslim demeden bütün halk için eşit bir şekilde ve özenle çözüme kavuşması için büyük bir gayret sarf edildiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar müslüman ve gayrimüslimler eşit bir millet olarak görülmeyip bunlar için farklı vergiler veya kanunlar uygulansa dahi gelen herHângi bir şikâyette haklı olana hakkının verilmesi için büyük bir özen gösterildiği görülmektedir. Mora Ahkâm Defterleri toplam 21 defterden oluşmaktadır. 21 Numaralı Mora Ahkâm Defteri H. 1234-1255, M. 1819-1840 tarihleri arasında yazılmıştır. Bu defterde Mora Eyâleti’nden Dîvân-ı Hümâyûn’a intikal eden şikâyetler incelenmiş ve 21 yıllık Mora tarihine ışık tutması hedeflenmiştir.Öğe Şeyhülislâm Yahyâ’nın şiirlerinde püritenizm eleştirisi(Ubak Yayınevi, 2019-12-31) Bozkurt, KenanHer dönemin ruhunu yansıtan, ihtiyaçlarına cevap veren felsefî ve toplumsal eğilimler olmuştur. Bu eğilimler, insanların içinde bulundukları manevî sıkışmışlıktan ve boşluktan kurtarmayı amaçlarken geniş halk tabakalarını etkiledikleri gibi bazen de sadece dar bir kliğin yaşamında kendine yer bulmuştur. Geniş halk kitleleri arasında yayılan düşünüş ve yaşam tarzları, gayet rahat bir şekilde kendine yaşam alanı bulurken daha dar bir çevrede hayat bulan eğilimler ve yaşam tarzları pek de hoş karşılanmamıştır. Bu eğilimlerin mensupları hakaretlere, sürgünlere, hatta öldürülmeye maruz kalmışlardır. Sûfîlik de İslam âleminde zaman zaman hâkim çevre tarafından tacize uğrayan ve dar bir çevrede kabul gören manevî bir yaşam tarzıdır. Zahirî Sünniliğin hâkim olduğu bazı kesimlerin, iktidarı ele almasıyla kendini rint/ehl-i hal olarak kabul eden şair, mutasavvıf ve sûfîler, zaman zaman çok büyük sıkıntılara maruz kalmıştır. Bu radikal çevreler; Sühreverdî, Hallac-ı Mansûr ve Nesimî örneklerinde görüldüğü gibi çok acı felaketlerin yaşanmasına da neden olunmuştur. Benzer bir zihniyetin tezahürünü 17. Yüzyıl Osmanlısında da görmekteyiz. Osmanlı toplumunda Kadızâdelilerin iktidarda ağırlığını hissettirmeleriyle daha esnek bir dinsel formasyonu savunan mutasavvıflara karşı cephe açılmış, tekkeler yıktırılmaya çalışılmış, mutasavvıflar küfürle itham edilmiştir. Bu da Osmanlı toplumunun temel dinamiklerinden olan tekke ve medresenin karşı karşıya gelmesine neden olduğu gibi toplumda insanların kutuplaşmalarına ve birbirine karşı tahammülsüzleşmelerine de sebep olmuştur. Böyle bir dönemde şeyhülislâmlık gibi önemli bir makamda da bulunan Şeyhülislâm Yahyâ, Kadızâdelilerin bu dinsel dayatmalarını ve dini yorumlayışlarını tasvip etmeyerek insanı merkeze alan, aşk ve sevginin hâkim olduğu tasavvufî anlayıştan yana tavır almış ve bu anlayışın ideal tipi olan “rint” üzerinden kendini ifade etmiştir. Bu çalışmada dinsel bağnazlığın zirvede olduğu bir dönemde hem şair hem de şeyhülislâm kimliğine sahip olan Şeyhülislâm Yahyâ’nın dönemin radikal unsurları olan zâhit ve vaizlere bakışını şiirlerinden hareketle irdelenmeye çalışılacaktır.