Arama Sonuçları

Listeleniyor 1 - 7 / 7
  • Öğe
    Bir mekân iki dünya: Sezai Karakoç ve İlhan Berk'in İstanbul algısı
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012-11) Karadeniz, Mustafa
    Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, biçim ve içerik yönünden renkli ve çok sesli birgörünüm sergiler. Farklı sanat algıları ve dünya görüşleri doğrultusunda üretilen şiirlerdeşairlerin; insana, tarihe, mekâna yönelik algılamalarının farklı olduğu görülür. Öyle ki, aynıtopluluğa mensup sanatçılar arasında bile yazınsal ve düşünsel bağlanımlar bakımındanihtilaflar söz konusu olabilmişti.Türk şiirinin iki önemli ismi, Sezai Karakoç ve İlhan Berk, aynı topluluğa mensupolsalar da, estetik temayülleri ve dünya görüşleri itibariyle birbirlerinden ayrılırlar. Şiirinin“şahdamar”ını İslam mistisizminin oluşturduğu Karakoç, modern şiir dilini kullanarakTürk şiirini mistik/metafizik bir düzleme taşımıştır. Sanat anlayışının temel ekseninioluşturan bu fikrî temayül, onun ele aldığı temalara ve imge kullanımına sirayet etmiştir.Düşünsel açıdan İkinci Yeni şiirinin Marksist/materyalist kanadına mensup İlhan Berk ise,sanat yaşamı boyunca sürekli yeni bir şiir dili ve biçemi yaratmanın kaygısıyla hareketetmiştir. Bu avangard/deneysel tavır, Berk’in şiirlerini verili kalıpların ötesine taşımıştır. Karakoç ve Berk’in poetik ve - özellikle - fikrî temayülleri arasındaki farklılıklar,onların İstanbul’u alımlama tarzlarına da sirayet etmiştir. Karakoç, İstanbul’u İslam medeni yeti için “diriliş”in, yeniden doğuşun kalbi olarak değerlendirirken, İlhan Berkİstanbul’a, “bir tepeden” değil halkın içinden bakmış, şehri bağrında yaşattığı çeşitli etnikve dinî unsurlarla bir dünya şehri olarak algılamıştır. Söz konusu iki şairin, İstanbul eksen alınarak, estetik ve - özellikle - fikrîtemayülleri arasındaki farklılık ve benzerlikler açısından bir mukayeseye tabii tutulması bu bildirinin konusunu oluşturmaktadır.
  • Öğe
    Tuvaldeki İstanbul: Bedri Rahmi Eyuboğlu’da mekân algısı
    (İksad Yayınevi, 2018-09-12) Karadeniz, Mustafa
    Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, biçim ve içerik yönünden renkli ve çok sesli bir görünüm sergiler. Milli edebiyat hareketiyle dil alanında yaşanan devrim niteliğindeki sadeleşme, sonraki dönemlerde meydana gelecek gelişmelerin habercisi gibidir. Türk şiirindeki gerek şekil gerekse içerik bağlamındaki bu çeşitlilik, farklı sanat algıları ve dünya görüşleri doğrultusunda şiirler yazan şairlerin; insana, tarihe, mekâna yönelik algılamalarında farklılıklar yaratmıştır. İnsan, tarih ve mekân olgularının bir arada alınmasına imkân veren başlıca unsurlardan biri de şehirlerdir. Bu bağlamda İstanbul; tarihî, kültürel ve kozmopolit yapısıyla her dönemde, şairlerin kayıtsız kalamadığı ve kendilerince anlamlar yükleyerek sembolleştirdikleri bir mekân olmuştur. Ancak İstanbul’un eksen alındığı şiirlerde şehrin, hemen her zaman, şairin dünya görüşü ve sanat telakkisi doğrultusunda alımlanmaya, anlamlandırılmaya çalışıldığı görülür. Dolayısıyla, odaklanılan mekân aynı olsa da yaratılmaya çalışılan manzara ve bu manzaraya yüklenen anlam çoğunlukla farklılaşmıştır. Türk Edebiyatı’nın daha ziyade ressam oluşuyla ün yapan şairlerinden olan Bedri Rahmi Eyuboğlu, şiirlerinde İstanbul’u müstakil bir şekilde ele alan sanatçılardan biridir. Şiiri şekil bulmuş resim, resmi şekillenmiş şiir olarak değerlendiren şair, ışığa kavuşan her şeyi büyük bir aşkla incelemiş, bu aşkı renkler ve çizgiler aracılığıyla sunmaya çalışmıştır. “İstanbul Destanı” şiirinde ressam oluşunun da etkisiyle her yönüyle ele alınan bir İstanbul manzarası çizmeye çalışmıştır. Ama oluşturulan bu manzara boya ve fırça ile tuvale değil, kelimelerle zihinlerde yaratılan, çizilen bir İstanbul tablosudur. Bedri Rahmi Eyuboğlu manzum hikâye geleneğinden ve ressamlığından tevarüs eden unsurlar paralelinde İstanbul’u her kesiminden insanları ve bu insanların türlü türlü halleriyle çok renkli bir tablo halinde şiir düzlemine yansıtmıştır. Bu bildiri, Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun sanat ve dünya görüşü doğrultusunda nasıl bir mekân algısına sahip olduğunu, onun “İstanbul Destanı” şiirinden hareketle serimlemeyi amaçlamaktadı
  • Öğe
    Postmodern dil felsefesinin edebiyat kuramındaki yansımaları, çok dillilik ve kültürlülük: fındık sekiz örneği
    (Asos Yayınevi, 2017-05-17) Karadeniz, Mustafa; Evis, Ahmet
    Postmodernizm felsefe ve edebiyat alanında boy gösterdiği ilk andan günümüze dek etkilerini gittikçe arttırarak devam ettirmektedir. Postmodernistler, özellikle modernist eleştiri merkezinde rasyonel gerçekliği, tekelci kültür ve dil anlayışını hiçbir şekilde kabul etmeyen radikal söylemlerde bulunurlar. Bu doğrultuda, kuramsal yönden dilin odağa alındığı ve alımlama estetiğine dayanan yeni fakat orijinallikten uzak çok katmanlı bir dil anlayışı geliştirirler. Zira sosyal medya, televizyon, internet gibi kitle iletişim araçlarıyla evrenselleşen, kültürel yönden sınırların kalktığı günümüz dünyasında postmodernist düşüncenin savunduğu çoğulcu anlayışa paralel biçimde dil ve kültürlerde bir melezleşme, zenginleşme görülür. Bu durum doğal olarak kısa süre içerisinde postmodern edebî eserlere de yansıyarak çok dilli ve kültürlerin iç içe girdiği bir yapı ortaya çıkarır. Yapılan bu çalışmayla postmodern felsefe ile belirginleşen çok kültürlü ve çok dilli anlayışın kültürel, sosyal ve edebî yönü Fındık Sekiz eseri üzerinden açıklanmaya ve örneklenmeye çalışılmıştır. Küreselleşen dünyanın ortak değer ve dil anlayışı karşısında postmodernistlerin ortaya attıkları çoğulcu düşünce biçimi, pratik ve teoride tartışılmıştır. Postmodern edebiyat kuramının her türden sınırlandırmayı ve tasnifi reddeden tavrı nedeniyle inceleme esnasında bazen yazar bazen okur bazen de metin odaklı analizlere başvurulmuştur. İncelemeye esas olan Fındık Sekiz romanına yapılan göndermelerle, dil-kültür anlayışında postmodernist tavrın belirgin yönleri vurgulanmış ve elde edilen bulgular ışığında çok kültürlülüğün ve çoğul dilsel kullanımın postmodernist düşünceye büyük oranda uygun olarak eserde tatbik edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Böylece postmodernizmin Türk toplumu ve edebiyatında dil-kültür ilişkisi bakımından ne şekilde ve derecede yer ettiği söz konusu eser etrafında açıklanmıştır
  • Öğe
    Mehmet Günsür’ün öykülerinde üslup
    (İksad Yayınevi, 2019-04-20) Karadeniz, Mustafa
    1955 yılında İstanbul’da doğan Mehmet Günsür, çağdaş Türk edebiyatının kıymetli öykücülerden biridir. Resim, fotoğrafçılık gibi sanatların yanı sıra edebiyatla da tutkulu bir bağ kuran Günsür’ün ilk öykü kitabı olan Caique 1995 yılında yayımlanır. 2003 yılında yayımlanan İçeriye Bakan Kim? adlı öykü kitabıyla, Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülür. Bu ödülden bir yıl sonra, ardında “bir mücevher kitap” bırakarak kalp krizi sonucu hayata veda eder. Günsür, yarım asrı bulmamış kısa ama yoğun bir hayattan damıttıklarını, özgünlüğü ve yazma titizliğini elden bırakmayan bir üslupla öykülerine aktarmıştır. Türk öykücülüğünde kıymetli bir yere sahip olduğu yolundaki gerekçeli yargıları, onun bu titizlenen dil ve anlatım işçiliğinde aramak gerekir. İçeriye Bakan Kim?, yalın ama yoğun, nesir ama şiir gibi bir dil ve anlatım tavrıyla dikkat çeken on sekiz öyküden oluşur. Kitaptaki öyküler, sakin ve yumuşak anlatım ritmiyle, usulca oluşturulan atmosferiyle dikkat çeker. Sahip oldukları doğallık ve samimiyet, öykü kişilerine derinlik ve yoğunluk kazandırır. Dahası, karakterlerin ayrıntılarda belirginleşen incelikli, duyarlıklı ve melankolik kişilik özellikleri, öykülerin atmosferiyle de uyum içindedir. İçeriye Bakan Kim? adlı öykü kitabının, içerdiği söz konusu üslup özellikleri yönünden bir incelemeye tabii tutulması, bu bildirinin konusunu oluşturmaktadır.
  • Öğe
    Cemal Süreya’da şiirsel dönüşümün bir göstereni olarak kuş imgesi
    (ASOS Yayınları, 2016-10) Karadeniz, Mustafa
    İkinci Yeni şairleri, gerek şiirlerinde gerekse poetik metinlerinde imge konusuna ilişkin düşüncelerini dile getirmiştir. İlhan Berk’ten sonra kavrama en fazla değinen şair Cemal Süreya’dır. Süreya’nın şiirlerindeki imge yoğunluğunu ve bir imgenin kitaptan kitaba nasıl bir dönüşüm geçirdiğini izleyebilmek için izi sürülebilecek imgelerden biri de kuş imgesidir. “Kadın” ve onunla ilişkili unsurlardan sonra Süreya’nın şiirlerinde en sık başvurduğu imgenin “kuş” olduğu söylenebilir. Bu imge, şiirlerde toplam 56 kez geçer. Bu toplamın şiir kitaplarına dağılımı, Süreya şiirinin biçim ve öz bakımından gösterdiği değişimle de paralellikler arz eder. İlk üç kitapta biçim ve öz bakımından izlenebilen coşkulu açılım ve genişleme, genelde olumlu anlamlar içeren kuş imgesinin yoğun kullanımı üzerinden de izlenebilmektedir. Üvercinka, Göçebe ve Beni Öp Sonra Doğur Beni kitaplarında sayısı kademeli olarak artan kuş imgesi, Süreya şiirinde durgunluğun ve giderek bir daralmanın ve “söz yitimi”nin meydana geldiği Uçurumda Açan, Sıcak Nal ve Güz Bitiği kitaplarında dikkat çekici bir şekilde azalır. Bu bildiri, Cemal Süreya şiirinde imgenin işlevini ve onun şiir çizelgesinde zaman içinde biçim ve öz bakımından meydana gelen dönüşümü kuş imgesinin kullanım yoğunluğu ve tarzı üzerinden ortaya koyabilmeyi amaçlamaktadır.
  • Öğe
    Necip Fazıl Kısakürek’in poetikasına mekân dolayımında bakmak
    (Asos Yayınevi, 2018-10-24) Karadeniz, Mustafa
    Necip Fazıl Kısakürek, duyarlığı, sesi, imgelerinin özgünlüğü ile Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin öncü şairlerinden biridir. Kısakürek’in asıl kıymeti, Cumhuriyet sonrası Türk şiirine mistik-metafizik anlayışı, İslam tasavvufunu ve ruhî hayatın derin izlerini getirmesidir. Kısakürek’e göre şiirin başlıca gayesi, mutlak hakikati (Allah’ı) sır ve güzellik yolunda ebediyen arama işidir. Şiire yüklenen bu amaç, şairin insana, maddeye, doğaya, evrene ve mekâna bakışını da etkiler. 1963 yılında yazdığı “Canım İstanbul” şiiri, Kısakürek’in poetikasının mekân üzerinden pratiğe dökülmüş bir hâli gibidir. Söz konusu şiirde İstanbul; tarihî, kültürel ve İslâmî dokusuyla mutlak hakikati arama işinin âdeta bir sembolü olarak kullanılmıştır.Bu bildiri, Necip Fazıl Kısakürek’in poetikasının temellerini oluşturan düşüncelere Canım İstanbul şiiri yoluyla mekân üzerinden bakmayı ve şairin şiir estetiğindeki poetik ve pratik tutarlılığı işaretlemeyi amaçlamaktadır.
  • Öğe
    Selçuk Baran’ın Haziran adlı öykü kitabındaki kişilerin karakter özellikleri ve hayattan beklentileri
    (İksad Yayınevi, 2018-09-12) Karadeniz, Mustafa
    Selçuk Baran, Cumhuriyet Dönemi Türk Öykücülüğü’nün gölgede kalmış, görmezden gelinmiş yazarlarından biridir. Baran yaklaşık 30 yıl süren yazı yaşamına yedi öykü kitabı, üç roman, günlük ve yayımlanmamış notlar sığdırır. Hakkında konuşan ve yazanların mutabık olduğu temel nokta, onun hassas, kırılgan, incelikli ve bile isteye yazma eylemine sırt çevirmiş olmasıdır. İlk öykü kitabı Haziran’la, 1973’te Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü, ikinci öykü kitabı Anaların Hakkı’yla 1978 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı alacak kadar ilgi devşirse de, edebiyat çevreleri ve okurlarca görmezden gelinmesine yönelik bir kırgınlığı daima içinde taşımıştır. Bu kırgınlığa özel hayatında yaşadığı sorunlar ve bunlardan kaynaklanan ruhsal bunalımlar da eklenince giderek yazma eyleminden uzaklaşmıştır. Nitekim 1994 yılında yazmaktan tümden vazgeçmiştir. Büyük bir umut ve hevesle başlayan yazarlık sürecine kişisel bir tercih olarak son veren Baran’ın hassas, kırılgan ve mahzun kişilik özellikleri onun eserlerine de doğal olarak, sirayet etmiştir. İlk kitabı Haziran’dan son romanı Güz Gelmeden’e kadar yazdığı eserlerde kendi yaşamından edindiği tecrübeleri, iyi bir gözlem gücü ve edebî duyarlıkla kurgu düzlemine aktarmıştır. Baran’ın Haziran’daki öykülerinde, öykü kişilerinin karakter özellikleri ve buna bağlı olarak hayattan beklentileri öyküdeki temaları da belirlemiştir. Bir “iç hayat” öykücüsü olan Baran’ın, öykülerinde ele aldığı temalar birey eksenlidir. Karakter özellikleri itibariyle birbirine benzeyen öykü kişilerinin, yaşadıkları hayattan duyduğu memnuniyetsizlik, bundan menkul arayış, iletişimsizlik, sevgi ve şefkat talebi, yabancılaşma, hayata tutunma isteği, yalnızlık gibi temalar Haziran’daki öykülerin odaklandığı başlıca insanî durumlardır. Öykülerin arka planın oluşturan toplumsal ve siyasal hayatta meydana gelen değişimler, birey üzerinde yarattığı etkiler bağlamında ele alınmıştır. Bu bildiride, Selçuk Baran’ın ilk öykü kitabı olan Haziran (1972), öykü kişilerinin karakter özellikleri ve buna bağlı olarak hayattan beklentileri bağlamında incelenmiştir. Bu inceleme yoluyla “bir yazma kırgını” olarak nitelendirilen yazarın dünya görüşü, duygu ve düşünce evreniyle, söz konusu öykü kişilerinin karakter özellikleri ve bunların hayattan beklentileri arasındaki paralelliklere odaklanılmaya çalışılmıştır.