6 sonuçlar
Arama Sonuçları
Listeleniyor 1 - 6 / 6
Öğe Sanat yapıtlarında ölüm teması(Batman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019-05-27) Anter, Helin; Aydın, Seçkinİlk çağlarda insan, ölümün gücüne inanmış ondan kaçılamayacağını yaşamın bütün yollarının ölüme açıldığını bilmiştir. Zamanla değişen yaşam şekillerine bağlı olarak insan, ölümle savaş halinde onu yenme çabası içine girmiştir. Ölüme çare bulamadığı, ölümden sonra ne olduğunu bilmesinin imkânsızlığıyla, ölümü doğa olaylarına atfettiği kutsallıkla birleştirip, toplumsal ritüele dönüştürmüştür. Ölümsüzlük arayışı, insanı yaratmaya, dönüştürmeye, türetmeye, simgeler oluşturmaya itmiştir. İnsanın yaratıcılığını körükleyen ölüm korkusu zamanla iktidarların elinde bir silaha dönüşmüştür. Ölüm korkusunun ve gücünün farkına varan iktidarlar, bu gücü tanrıların elinden alarak dünyanın geri dönülemez değişimini başlatmışlardır. Hırs, intikam ve ölümsüzlük peşinde koşan iktidarın eline öldürme hakkı geçince savaşlar, yıkımlar, toplu katliamlar, dönüştürmeler yaşamın amacına dönüşmüştür. Yaşamın asıl anlamını oluşturan ölüm unutulmuş, insanlar kendi hırslarını gerçekleştirmek isteyenlerin hizmetine girmiş ve onlar için ölmeye, öldürmeye başlamışlardır. Egemenleri yükseltmek ve ölümsüzleştirmek dışında hiçbir kıymeti olmayan bu ölümler insanı doğadan geri dönülemez bir şekilde koparmıştır. Kendiyle birlikte her şeyi tanınmaz bir anlamsızlığa sürükleyen insan neden ve niçin yaşadığını bilemeyen insanlar yığınına dönmüş, dünyada ölümü unutarak, unutturarak yaşamaya başlamıştır. Gelişen teknolojiyle birlikte ölüm bir hastalığa dönüştürülmüştür. Bu tez kapsamında; ölümün yaşamı anlamlandıran, ona yön veren asıl parçası olduğu ama zamanla ölümsüzlük peşine düşen insanın ölümü nasıl dönüştürdüğü ve ölümden uzaklaştırdığı, ölümü hırs, intikam, güç silahı haline getirdiği, anlamsızlaştırdığı, aslında ölümün anlamsızlaşmasının yaşamın anlamsızlaşması anlamına geldiği üzerinde durularak, bu değişim dönüşümün sanat ve sanatçıya yansımları incelenecek. Sonuç olarak; insanı sürekli değişmeye iten, dönüştüren, arayışa sürükleyen ama iktidarların elinde bir silaha dönüştürülüp, parçalanarak anlamsızlaştırılan ölümün, yaşama yeniden kazandırılması ve ölümün en doğal haliyle yaşanılması gerektiği ve bunun önemine ulaşılacak.Öğe Sosyolojik açıdan Batman ve yöresindeki "Taziye geleneği" ve bu geleneğin Anadolu taziye kültürü ile karşılaştırılması(Batman Üniversitesi, 2012-04) Ertan, Mustafa HakkıÖlüm, evrensel bir gerçek olup, hiçbir canlının kaçmadığı en tabii sonuçtur. Ölüm, bazı kültürlerde bir yok oluş, bazı kültürlerde geçiciolarak Dünyadan ayrılma ve tekrar Dünyaya gelmenin bir gerekçesi , İslam toplumları için ise kısa ve geçici bir hayattan, uzun ve ebedi bir hayata başlangıçtır. Kaçınılmaz bir son olan ölüm’ün ağır ve acı neticesini hafifletme, akraba ve uzakyakın tanıdıkların hatıralarını yadederek helalleşmelerine ve başsağlığı dilemelerine zemin hazırlamasını sağlayan ‘’ Taziye Geleneği’’ Batmanda ciddi, ve vazgeçilmez bir ‘’Sosyal Davranış Kuralı olarak varlığını sürdürmektedir. Anadolu Taziye Gelenekleriyle benzeşen, fakat farklı uygulamalara sahip olan Batman Taziye Geleneği bu tebliğde ele alınacak ve Anadolunun birçok şehirleri ile mukayese edilerek konunun sosyolojik boyutu ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu çalışmada uygulanacak olan Anket, konunun sonunda değerlendirilecek ve Tebliğ Çalışmamız, Asya ve Balkan ülkelerinden sunulan örneklerle tamamlanarak sonuçlandırılacaktır.Öğe Hadis rivayetleri ve transhümanizm düşüncesi(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-08-21) Tanrıverdi, Hüseyin; Eraslan, Abdulvasıfİnsanoğlunun doğasında var olan uzun yaşam ve nihayetinde ölümsüzlük arzusu, semavi dinlerin ahiret vaadi olmasına rağmen bu dünyada bunu elde etmeye çalışan birtakım gruplar ve akımlar olmuştur. Bunlardan bir tanesi de transhümanizimdir. 20. yüzyıl ortalarında çıkan ve 21. yüzyılda bir meydan okuma haline gelen transhümanizm akımı, dini ilgilendiren saha içerisine dahil olmuş ve yaratıcının insana ahirette vadettiği ölümsüzlük vasfını bu dünyada insana entegre etmeye çalışmıştır. İnsanı yaratılış itibariyle eksik ve kusurlu gören transhümanizm, insan neslinin ıslahına yönelik çalışmalar yürüterek bilim ve teknoloji sayesinde sağlıklı ve uzun bir yaşam ve nihayetinde ölümsüzlüğü elde etmeye çalışmaktadır. Biz de bu çalışmada hadis rivayetlerinde bahse konu olan ruhun ölümsüzlüğünü transhümanizmin ölümsüzlük vaadi bağlamında ele almaya çalıştık. Bunun yanında rivayetlerde geçen ve insan ömrünün uzamasına vesile olan birtakım ameller ile sağlıklı beslenme, koruyucu tıp, kader, rızık, ecel ve dua ile ilgili rivayetleri transhümanizmin uzun yaşam vaadi bağlamında değerlendirmeye çalıştık. Her ne kadar transhümanizmin ruhu inkâr ettiği söylenilse de dolaylı olarak ruh olgusuna temas ettiğini görmekteyiz. Bunu bazen insana canlılığını veren bir enerji bazen de insanın yönelim ve karakterini ifade eden bir zihin veya bilinç olarak tanımladıklarını görmekteyiz. Metafizik alanın konusu olan ruh, insanın kişiliğini, ahlaki ve hukuki yönünü, irade, seçme ve seçilme özgürlüğünü sağlayan bir cevher olmasının yanında insanın biyolojisinde bulunan kan, beyin ve diğer organların çalışmasını sağlayan fiziksel bir gücünün de olduğu göz ardı edilmemelidir.Öğe İlhanlı Devletinde gayr-ı tabii ölümler(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-12-25) Koç, Fatih; Gördegir, ErcanOrta Çağ dünyasında, döneme damga vuran en güçlü devletlerden biri olarak Moğollar ön plana çıkmıştır. Başlangıçta küçük ve dağınık kabileler halinde yaşayan Moğollar, Cengiz Han’ın liderliği altında birleşerek sınırlarını Asya’yı aşacak şekilde genişletmiş ve dünya tarihine yön veren bir imparatorluk haline gelmiştir. Dönemin birçok devleti, Moğolların saldırıları karşısında direnememiş ve yıkılmak zorunda kalmıştır. 13. yüzyılda kurulan Moğol İmparatorluğu, resmi olarak kısa ömürlü bir devlet olmasına rağmen, milyonlarca kilometrekarelik bir coğrafyayı fethederek tarihte benzersiz bir yer edinmiştir. Cengiz Han’ın vefatından sonra imparatorluk, soyundan gelen hanedanlar tarafından yönetilmeye devam etmiş ve nihayetinde 1368 yılında yıkılmıştır. Ancak, Moğol kültürü ve etkisi, imparatorluğun yıkılmasının ardından dahi, farklı Moğol devletleri ve hanlıkları aracılığıyla uzun süre devam etmiştir. Bu bağlamda, İlhanlılar, Moğol İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından ortaya çıkan hanlıklardan biri olarak dikkat çekmektedir. 1256 yılında Moğol Hanı Mengü’nün yetkilendirmesiyle kardeşi Hülagü Han tarafından, Karakurum’a bağlı olarak İran’da kurulan İlhanlı Devleti, Moğol İmparatorluğu’nun mirasını devralmıştır. Hülagü, Mengü Han’ın kendisine verdiği üç önemli görevi yerine getirmek için harekete geçmiş, ilk olarak Haşhaşi tarikatını ortadan kaldırmış ve ardından Abbasi Halifeliği’ni sona erdirmiştir. Ancak, üçüncü görev olan Suriye ve Mısır üzerindeki hâkimiyeti sağlama çabası başarılı olamamış ve bu mesele İlhanlıların siyasi hedeflerinden biri olarak varlığını sürdürmüştür. Devletlerin iç meseleleri, tarih boyunca siyasi istikrarı tehdit eden en önemli unsurlardan biri olmuştur. İlhanlılar da bu durumdan muaf olmamış; kuruluşlarından itibaren, iç çekişmeler ve siyasi çatışmalar devletin idari yapısını zayıflatmıştır. Hükümdar soyundan gelenlerin taht mücadeleleri, üst düzey devlet görevlilerinin yönetime nüfuz etme çabaları ve hanedan içi çekişmeler, İlhanlı Devleti’ni hem siyasi hem de idari açıdan büyük ölçüde sarsmıştır. Bu çekişmeler, zaman zaman faili meçhul cinayetler ve suikastlarla sonuçlanmış, devletin toparlanma çabalarını engellemiş ve dış politikada etkin bir güç olma hedefini zayıflatmıştır. Özellikle Ebu Saîd Bahadır Han’ın ölümü, İlhanlı Devleti için ciddi bir dönüm noktası olmuş ve devletin çöküş sürecini hızlandırmıştır. Han’ın vefatının ardından, devlet içerisindeki otorite boşluğu, siyasi istikrarsızlık ve iç çekişmeler daha da derinleşmiştir. Bu süreçte ortaya çıkan siyasi entrikalar ve taht mücadeleleri, İlhanlıların bölgesel bir güç olarak varlığını sürdürememesine neden olmuştur.Öğe Dargeçit halk kültüründe geçiş dönemleri(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-01-29) Demir, Servet; Duran Gültekin, Zehra GörkemDargeçit, Mardin ilinin ilçelerinden biri olup “Bereketli Hilal” olarak da adlandırılan medeniyet beşiği Mezopotamya’nın doğusunda yer alan bir yerleşim birimidir. İlçenin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. İlçeye ilk yerleşenlerin Mardokeliler olduğu bilinir. Mardokiler dışında Makedonyalılar, Persler, Romalılar, bölgeyi ele geçirip el değiştirmişlerdir. Artuklular bölgeye hâkim olunca ilçe ve çevresi oldukça önem kazanmıştır. Bundan sonra kesin tarihi bilinmemekle beraber Süryaniler bölgede hüküm sürmüşlerdir. 1900’lü yılların başında bölgeye Müslümanlar gelmiştir. Dolayısıyla tarihi eskilere dayanan ilçenin halk kültürü de çeşitlilik göstermektedir. Süryani ve Müslüman halkın birlikte yaşama kültürü çerçevesinde halk kültürü pratiklerinde pek çok ortak noktanın olduğu görülmektedir. İnsan hayatı doğumla başlayıp ölümle son bulur. İnsan doğumla beraber savunmasız bir canlıyken yapılan ritüeller, gelenekler ve göreneklerin çerçevesinde büyüyüp olgunlaşır. Evlilikle birlikte, içinde doğduğu aileden sonra artık kendi ailesini kurarak yeni bir geçiş dönemini yaşar. İnsan hayatı ölümle beraber son bulurken ebedi hayata olan yolculukta ölen kişinin ardında kalanlar, yaptıkları uygulama örnekleriyle ölen kişinin ebedi hayatta daha huzurlu olmasını sağlarlar. Bu çalışmada Dargeçit ilçesinin halk kültürü çerçevesinde geçiş dönemleri incelenmiştir. İnsan hayatının doğumdan ölüme kadar geçirmiş olduğu evreler ve bunlarla ilgili uygulama örnekleri sahada derleme çalışmasıyla kayda geçirilmiştir. Dargeçit ilçesinde doğum, evlilik ve ölüm dönemlerine ait inanç ve geleneksel uygulamalar kaynak kişilerle gerçekleştirilen görüşmelerden elde edilen verilerin literatürdeki benzer ve farklı örnekleriyle birlikte değerlendirilerek sunulmuştur.Öğe Türk destanlarında geçiş dönemi ritüelleri (Kırgız, Başkurt, Kazak ve Altay)(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-05-09) Can, Ahmet; Duran Gültekin, Zehra Görkemİnsan yaşamı, doğumla başlayan ve ölüme kadar devam eden bir değişim ve gelişim sürecidir. Bu sürecin, bireylerin bir önceki konumdan diğerine geçtikleri eşikler olarak hizmet eden önemli alt süreçleri vardır. Geçiş dönemleri olarak adlandırılan bu evreler; doğum, evlilik ve ölümle ilgili tüm süreçleri kapsar. İnsanlar geçiş dönemlerini geleneksel inanç ve uygulamalarıyla kutsarken bir taraftan da en çok bu evrelerde maruz kalınacağına inandıkları olumsuzluklardan korunmaya çalışırlar. Gerçekleştirilen ritüeller bireyle beraber toplumun geneline yayılarak yeni evreyi içselleştirip sorunsuz bir şekilde yaşanmasını sağlamada da büyük önem taşır. En eski sözlü anlatı türlerinden olan destanlar geçiş dönemi ritüelleri bakımından da büyük bir zenginliğe sahiptir. Geniş Türk dünyasının farklı bölgelerinde geçmişten günümüze devam ettirilen birçok geleneksel uygulamada geçiş dönemlerinin önemli bir payı olduğu görülür. Bu çalışmada, Kazak, Kırgız, Altay ve Başkurt destanlarındaki geçiş dönemleri ile ilgili halk inançları ve geleneksel uygulamalar seçilen örnek metinlerden hareketle tahlil edilerek ortak ve farklı yönleri değerlendirilmiştir. Elde edilen tespitler gerek Türk dünyasındaki benzer uygulamaları gerekse bu uygulamaların geçmişten günümüze geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir.