Fen - Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Çeşme – Bağlararası: Batı Anadolu sahil kesiminde bir Tunç Çağı yerleşimi(Ankara Üniversitesi, 2018-01-01) Şahoğlu, Vasıf; Çayır, Ümit; Gündoğan, Ümit; Tuğcu, İrfanÇeşme – Bağlararası, İzmir ilinde yer alan, son yıllarda keşfedilmiş ve MÖ 3. ve 2. Bin yıllarda iskan görmüş önemli bir kıyı yerleşimidir. Yerleşimin iskan tarihine bakıldığında önemli kesintilerin bulunduğu görülür. Bağlararası’nın MÖ 2. Bin yerleşimi, bu binyılın ilk çeyreğine tarihlenen ve büyük bir deprem katmanıyla birbirinden ayrılan iki tabakadan oluşmaktadır (CB 2 ve CB 1). Erken olan CB 2 tabakası, Batı Anadolu’nun yerel özelliklerinin hakim olduğu bir kıyı kasabası izlenimi vermektedir. Bunu takip eden CB 1 tabakası ise öncekinin aksine, Minos ve Minoslaşmış elemanların oldukça yoğun bir şekilde kendini gösterdiği bir dönemi temsil etmektedir. MÖ 2. Bin’deki “Uluslararası Ruhun” aksine, Çeşme – Bağlararası’ndaki MÖ 3. Bin yerleşiminin oldukça lokal özellikler gösterdiği ve deniz aşırı bağlantılarının yok denecek kadar az olduğu tespit edilmiştir.Öğe Batı Anadolu sahil kesiminde kalkolitik çağ: mimari ve inşaat teknikler(Ankara Üniversitesi, 2018-01-01) Gündoğan, ÜmitBu çalışmada Batı Anadolu sahil şeridinde, kazısı yapılan Kalkolitik Çağ merkezlerinin mimarisi kronolojik düzen içerisinde değerlendirilerek, yapıların inşasında kullanılan teknik ve yapı tipleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Kullanılan malzeme, teknik ve yapı tipleri yerleşim yerleri içerisinde küçük farklılıklar olmasına rağmen genel olarak bir bütünlük arz eder. Yapıların inşasında kullanılan malzemeler, taş, ahşap, çamur harç, dal, saz ve otsu bitkilerden oluşmaktadır. Teknik olarak ise dal-örgü ve çamur-harç, taş temel üzeri kerpiç ve kerpiç duvar tekniği kullanılmıştır. Taş temel üzeri kerpiç mimari tekniği tüm Kalkolitik dönem boyunca kullanılmışken, dal-örgü ve çamur-harç tekniği Orta ve Geç Kalkolitik dönemde, kerpiç duvar tekniği ise yalnızsa Geç Kalkolitik dönem içerisinde kullanılmıştır. Bu tekniklerle inşa edilen, dikdörtgen, apsidal, ızgara, çukur ve dairesel planlı yapıların Kalkolitik Çağ merkezleri içerisinde farklı dönemlerde yoğun olarak kullanıldığını görülür. Dikdörtgen planlı yapılar, Kalkolitik Çağ’ın tüm evrelerinde kullanılırken çukur ve dairesel planlı yapılar Orta ve Geç Kalkolitik dönem içerisinde, apsidal ve ızgara planlı yapılar ise Batı Anadolu sahil kesimi içerisinde sadece Geç Kalkolitik dönemde kullanılmıştır.Öğe Spatial organization and production activities at Bakla Tepe during the first half of the 3rd millennium bc(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2019-12) Gündoğan, Ümit; Şahoğlu, Vasıf; Erkanal, HayatThe coastal region of western Anatolia and the eastern Aegean Islands, which share similar geographic, climatic, and conditions, witnessed a common architectural development process regarding settlement patterns and building types during the rst half of the 3rdMillennium BC. A recent comprehensive study of the architecture of Bakla Tepe offers new contributions to our understanding of the development of architectural traditions and settlement models not only of coastal Western Anatolia but also of the eastern Aegean Islands. At the beginning of the 3rdmillennium BC, Bakla Tepe and other coastal settlements of western Anatolia were surrounded by strong defensive systems. This idea of a citadel paved the way for a new perspective on the plans of settlements, and the space within the walls had to be organized as efciently as possible in order to house all the needs of a community. As a result of this organization, production activities were carried out in private areas inside and outside settlements.Öğe The “Aegean settlement pattern” in coastal western anatolia from the neolithic age to the end of the 3rd millennium bc(Türkiye Bilimler Akademisi, 2021-01-14) Gündoğan, ÜmitExtending over a wide geographical area Anatolia has a rich architectural diversity. The Western Anatolia Region is divided into two sub-regions as Coastal Western Anatolia and Inland Western Anatolia. Even though similar building techniques and similar materials were used in both sub-regions, the settlement patterns differ from each other distinctively. Especially in the 3rd Millennium BC, while buildings opening to the streets were seen in the Western Anatolian coastline, Eastern Aegean Islands, the Sporades Islands, Mainland Greece, The Cyclades Islands and Crete Island, buildings leaning on the defense system in Inner West Anatolia open to the courtyard located in the center of the settlement. When Considered the commercial and cultural relations between the regions in the 3rd Millennium BC, it is seen that a cultural an architectural idea was culturally formed in the area surrounded by the Aegean Sea. This architectural planning system plays an important role in understanding the social structures, organizational forms, hierarchical structures of the societies and the interrelations with the neighboring cultural regions.Öğe Çeşme – Bağlararası: İzmir bölgesinde bir tunç çağı kıyı yerleşimi(Ege Üniversitesi, 2020-08-28) Şahoğlu, Vasıf; Çayır, Ümit; Gündoğan, Ümit; İncirlili, Mustafa; Güler, RamazanÇeşme – Bağlararası, 2001 yılında keşfedilerek son yıllarda kazısı yapılan yeni bir Tunç Çağı yerleşimidir. Aynı zamanda Çeşme’nin merkezinde, bölgenin en eski yerleşimi de olan Bağlararası, Erken Tunç Çağı’nda yerel özellikler gösteren bir merkez olarak karşımıza çıkmaktadır. MÖ 3. Bin ortalarında, planlı bir yerleşim modeline sahip sahil kasabası görünümünde olan Bağlararası, kazılan alanlardaki veriler ışığında, yaklaşık 700 yıllık bir boşluktan sonra MÖ 2. Bin’in ikinci çeyreğinde yeniden iskân görmüş ve bölgenin anahtar yerleşimlerinden biri konumuna gelmiştir. CB 2 tabakasında yerel karakteri ağır basan bir sahil kasabası görünümündeyken, takip eden CB 1 tabakasında özellikle Girit – Minos kültürü ile güçlü bağlar yansıtan bir liman kenti olarak karşımıza çıkmaktadırÖğe Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nden “antitetik duran kartal” betimli bir Urartu damga mühürü(Asos Yayınları, 2015-03) Kaçmaz Levent, EsraMühürler, gücün, zenginliğin ve söz sahibi olmanın birer simgesi olarak farklı toplumlarda uzun yıllar kullanılmıştır. Neolitik Çağ’dan itibaren kullanılan mühür, insanların yerleşik yaşama geçmesiyle birlikte doğal bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Erken dönemlerde kilden ve pişmiş topraktan yapılmış olan mühürler; daha sonraki dönemlerde taşın basit, yarı değerli ve değerli pek çok cinsi ile üretilmiş; ilerleyen aşamalarda maden, kemik gibi maddelerden yapılmışlardır. Üzerlerinde yer alan betimlemeler ve yazılar açısından birer tarihi belge niteliği taşıyan mühürler; temsil ettikleri uygarlıklara ait dini inanç, sosyal ve kültürel yaşam ile ilgili bilgi vermeleri açısından da önemlidirler. Mühürler, M.Ö. 900-600 yılları arasında yaşamış olan Urartular ’da da yaygın olarak kullanılmıştır. Anadolu mühür gelişimi içerisinde önemli bir yere sahip olan Urartu mühürleri, form, üzerinde işlenen konular ve işleme tekniği açısından önemli bir yere sahiptir. Diyarbakır Müzesi’nde yer alan (Env. No.14/22/75) “Antitetik Duran Kartal” betimli, çan formlu damga mühür Urartu mühürcülük sanatında önemli ve dikkat çekicidir. Mühür; 2,2cm yüksekliğinde ve 1,5 cm taban çapındadır. Urartu sanatında sıklıkla kullanılan kanatları yukarı kalkık kuş, kartal figürleri, Mezopotamya, Anadolu, Kuzey-Suriye gliptik sanatında karşımıza çıkan tek ya da çift başlı kartallarla benzerlik göstermektedir.Öğe Diyarbakır Müzesi’nden “kutsal ağaç ve kanatlı keçi betimli” dört yüzlü bir Urartu damga mühürü(Akademisyenler Birliği Derneği, 2016-07-20) Kaçmaz Levent, EsraMühürler, gücün, zenginliğin ve söz sahibi olmanın bir simgesi olarak uzun yıllar farklı toplumlarda kullanılmışlardır. Mühürler, günümüzdeki imzanın da yerini tutan bir kişilik simgesi anlamına gelir ki; bu ifade sahibinin meşru olduğunu kanıtlar. En erken mühürler, günümüzden yaklaşık 9000 yıl önce ortaya çıkmış ve her çağda kullanılmıştır. Neolitik dönemle birlikte avcı ve göçebelik yaşam tarzından yerleşik yaşam tarzına geçilmesiyle tüketicilikten üreticiliğe geçilmiş ürün fazlalığı ve mülkiyet kavramına bağlı olarak toplumlar arası ticaretin gelişmesiyle de bir gereksinim olarak mühürler ortaya çıkmıştır. Erken dönemlerde kilden ve pişmiş topraktan yapılan mühürler daha sonraki dönemlerde yarı değerli ve değerli taşlarla, kemik, maden gibi malzemelerden yapılmışlardır. Betimlemeler ve üzerlerine işlenen yazılar açısından tarihi birer belge niteliğine sahip olan mühürler; temsil ettikleri uygarlıklara ait dini inanç, sosyal ve kültürel yaşamı yansıtması açısından da önemlidir. Mühürler, M.Ö. 900-600 yılları arasında yaşamış olan Urartular’da da yaygın olarak kullanılmıştır. Anadolu mühür gelişimi içerisinde önemli bir yere sahip olan Urartu mühürleri, form, üzerlerindeki betimlemeler ve işleme tekniği açısından önemli bir yere sahiptir. Diyarbakır Müzesi’ne satın alma yoluyla gelmiş olan 11/31/75 envanter nolu damga mührün dört yüzünde betimlenen “kutsal ağaç ve kanatlı keçi” Urartu mühürcülük sanatında önemli ve dikkat çekicidir. Mühür, 1,9 cm yüksekliğinde; 0,9 cm x 0,4 cm genişliğinde ve 0,3 cm delik çapına sahip özelliktedir.2 Urartu sanatında yaygın olarak karşımıza çıkan kutsal ağaç betimlemeleri Assur-Urartu kültür etkileşiminin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Urartu sanatında değişik biçimlerde tasvir edilen kutsal ağaç betimleri, koruyucu amacının yanı sıra dinsel anlamlar da taşımaktadır. İncelediğimiz mühür üzerinde yer alan kanatlı keçi ve kutsal ağaç betimi yaşamın devimini simgeleyen anlatımlardır.Öğe Cavalries in the neo Assur army (pithaillu)(Davut YİĞİTPAŞA, 2019-06-28) Kaçmaz Levent, Esra; Biber, HanifiAssur askeri tarihinde ordunun en önemli kolunu bağımsız bir birim olan süvariler oluşturmuştur. Assur’da MÖ 1. bin yılda ilk kez karşımıza çıkan süvariler, düzenli savaşçı bir birlik olarak ilk kez II. Assurnasirpal (MÖ 883-859) Dönemi saray kabartmalarında tasvir edilmiştir. Okçu, kalkan taşıyıcı ve mızrakçıdan oluşan süvari sınıfı, savaş arabalarının kullanılamadığı ya da kısıtlı kullanılabildiği çamurlu alanlar, ırmaklar, suyolları, dağlık ve tepelik kırsal kesimler, ormanlık alanlar gibi engebeli ve zor arazilerde savaşabilmenin avantajına sahipti. Dahası süvarileri, zırh ve mızrak gibi silahların da etkisiyle savaş arabalarının girmekte zorlandığı elverişsiz bölgelerde en ağır silahlarla donatılmış düşmanlarına karşı savaş arabalarının yerini alabilecek etkin bir sınıf haline getiren etken süvarilerin ani baskın yapabilme özelliğinin olmasıdır. MÖ 8. yüzyıldan itibaren, Assur ordusunda okçu ve mızrakçılardan oluşan pithaillu veya sa pethalli süvari birlikleri, zor arazilerde görevlendirilmek için eğitilmiş atlı ekiplerdi. Süvariler, birincil görevleri ne olursa olsun, ordunun ihtiyaçlarına göre diğer görevlerde de yer alabiliyorlardı. II. Assurnasirpal (MÖ 883-859) III. Salmanesser (MÖ 858-824) ve III. TiglatPileser (MÖ 745-727) dönemine ait kabartmalarda, mızrakçı ve okçular çift olarak savaşmış, okçu atış yaparken; yanındaki mızrakçı atının dizginini tutar vaziyette tasvir edilmiştir. Bu zamanda binicilik henüz pek fazla bir gelişme gösterememiştir. Süvariler, ata eyersiz, üzengisiz olarak binmekte ve atı kolayca yönetemeyecekleri bir biçimde arkaya doğru oturmaktaydılar. Dahası süvarilerin giyindikleri zırh, kuşandıkları kalkan ve giydikleri ağır çizmeler, süvarilerin hareketini büyük ölçüde sınırlamaktaydı. II. Sargon (MÖ 721-705) döneminde süvari sınıfında birtakım gelişmeler olmuştur. Atların zırhla kaplanması bu dönemde görülmüş bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. II. Sargon (MÖ 721-705) döneminde süvariler, küçük bir yay ya da uzun bir mızrak ile silahlandırılmışlardır. Diğer yandan yine bu dönemde atın eyerini dengelemek ve ata zarar vermemek için at sağrısı ve göğüs bantları kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonraları, bacakları ile atı kontrol etmeyi öğrenen Assur süvarisi, bu sayede at üzerinde ok atma becerisini kazanmıştır. Senharip (MÖ 704-681) ve Assurbanipal (MÖ 668-627) döneminde süvariler çift değil de tek sıra halinde, birbirini takip eden okçular ve mızrakçılar şeklinde sıralanmışlardır. Bu strateji piyadelerin yaraladıkları düşman askerlerinin süvariler tarafından öldürülmesinde de kolaylık sağlamıştır. Özellikle Senharip (MÖ 704-681) dönemi saray kabartmalarında, Assur süvarisinin, Elam okçularına saldırısını ve yokuşu tutan Elam okçularını bozguna uğratışı, süvari birliğinin savaşlardaki rolünün ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.Öğe Yeni Assur ordusunda savaş arabaları(Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020-12-31) Kaçmaz Levent, Esra; Biber, Hanifiİnsanoğlunun taşıt kullanımına dair ilk veriler Güney Mezopotamya’da MÖ 4. bin yılın sonlarında (MÖ 3200-3100) Uruk yerleşiminin IVa evresinde ele geçen kil tablet üzerinde karşımıza çıkmaktadır. MÖ 3. bin yılın ilk yarısına gelindiğinde ise “Ur Standardı” ve “Akbaba Steli” olarak bilinen iki eserde tekerlekli arabaların ortaya çıktığı söylenebilir. MÖ erken 3. bin yıldan itibaren savaş tasvirlerinde görülen arabalar, savaş alanlarındaki hız kabiliyeti ve manevra gücü ile savunmanın temel silahlarından biri haline gelmiştir. Assur savaş arabaları, ordunun en önemli sınıfını oluşturmaktaydı. Ninurta-Tukulti-Aššur’a (MÖ 1133) ait silindir mühür üzerinde görülen iki tekerlekli savaş arabası en eski tasvir olarak karşımıza çıkmaktadır. İlerleyen zamanlarda I. Assurnasirpal (MÖ 1050-1032) dönemine ait Beyaz Dikili Taş ve II. Tukulti-Ninurta (MÖ 888-884) dönemine ait tahrip olmuş bir duvar resminde görülen savaş arabaları, II. Assurnasirpal (MÖ 883-859) dönemi saray kabartmalarında sistematik olarak ele alınmıştır. II. Assurnasirpal (MÖ 883-859) ile Assurbanipal (MÖ 668-631) dönemi arasında geçen zaman sürecinde savaş arabaları gelişim göstererek ihtiyaçlara daha uygun bir hale getirilmiştir.Öğe Taming the late Quaternary phylogeography of the Eurasiatic wild ass through ancient and modern DNA(PLoS One, 2017-04-19) Gündem, Can Yumni; Bennett, E Andrew; Champlot, Sophie; Peters, Joris; Arbuckle, Benjamin S; Guimaraes, Silvia; Pruvos, Mlanie; David, Shirli Bar; Davis, Simon J M; Gautier, Mathieu; Kaczensky, Petra; Kuehn, Ralph; Mashkour, Marjan; Morales, Arturo; Muiz, Morales; Pucher, Erich; Tournepiche, Jean François; Uerpmann, HansPeter; Blşescu, Adrian; Germonpr, Mietje; Moull, Pierre Elie; Ötzan, Aliye; Walzer, Chris; Grange, Thierry; Geigl, Eva MariaTaxonomic over-splitting of extinct or endangered taxa, due to an incomplete knowledge of both skeletal morphological variability and the geographical ranges of past populations, continues to confuse the link between isolated extant populations and their ancestors. This is particularly problematic with the genus Equus. To more reliably determine the evolution and phylogeographic history of the endangered Asiatic wild ass, we studied the genetic diversity and inter-relationships of both extinct and extant populations over the last 100,000 years, including samples throughout its previous range from Western Europe to Southwest and East Asia. Using 229 bp of the mitochondrial hypervariable region, an approach which allowed the inclusion of information from extremely poorly preserved ancient samples, we classify all non-African wild asses into eleven clades that show a clear phylogeographic structure revealing their phylogenetic history. This study places the extinct European wild ass, E. hydruntinus, the phylogeny of which has been debated since the end of the 19th century, into its phylogenetic context within the Asiatic wild asses and reveals recent mitochondrial introgression between populations currently regarded as separate species. The phylogeographic organization of clades resulting from these efforts can be used not only to improve future taxonomic determination of a poorly characterized group of equids, but also to identify historic ranges, interbreeding events between various populations, and the impact of ancient climatic changes. In addition, appropriately placing extant relict populations into a broader phylogeographic and genetic context can better inform ongoing conservation strategies for this highly-endangered species.Öğe Three early neolithic stone vessels from the Mardin Museum(Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2018-10) Gündem, Can Yumni; Dağlı, MelahatThree Neolithic stone vessels from the Mardin Museum in southeast Turkey are presented in this study. Unfortunately, there is no information about the find location and context, but comparanda indicates that the vessels may have been found in graves located in the region of Diyarbakır, Batman/Siirt, and Mardin. The stone vessels are decorated with incised geometric and figurative motifs. Comparison of the museum vessels with excavated material from Körtik Tepe, Hallan Çemi, and Hasankeyf Höyük indicate that the vessels should be dated to the Pre-pottery Neolithic period.Öğe A neolithic stone cup with a sacred scene(Ege Üniversitesi – Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Dergisi, 2018-11) Gündem, Can Yumni; Erdoğan, NihatÖğe Derekutuğun yerleşimi arkeozoolojik çalışmaları ışığında hayvan kalıntılarının tartılmasının önemi(Antropoloji, 2019-12-20) Gündem, Can YumniBu çalışmanın iki ayrı konu başlığı bulunmaktadır. İlk olarak Arkeozoolojik çalışmalarda hayvan kalıntılarının neden tartılması gerektiği tartışılmış, ikinci olarak ise bu metodun önemini gösterebilmek için Prof. Dr. Ünsal Yalçın’ın kazı başkanlığında yürütülmüş Derekutuğun Madenci Yerleşimi’nin Arkeozoolojik çalışmalarından örnek verilmiştir. Bu araştırma yalnızca Derekutuğun Yerleşimi’nden çıkarılan İlk Tunç Çağ III (İTÇ III) katmanlarına ait hayvan kemiklerinin incelenmesi üzerinedir. Çorum İl sınırları içinde yer alan Derekutuğun bir madenci yerleşimi olup, yakında bulunan bakır cevherinin günümüzden 4.000 sene önce madenciler tarafından çıkarılıp sonra işlendiği bir yerdir. Bakır cevheri çıkarmak ve işlenmesi için kurulmuş olan bu yerleşimde yaşamış insanların kırmızı et tüketme alışkanlıklarını anlamak aslında Anadolu arkeolojisi için bir ilk olmuştur. Madenciler kırmızı et ihtiyaçlarını eşit ağırlıkta sığır ve domuzdan tedarik ederken, koyun üçüncü sıradadır. Bu sonuçlar yakındaki Derekutuğun’nun çağdaşı olan Boğazköy yerleşimindeki hayvan bağlı ekonomisi ile çok keskin zıtlıklar göstermektedir.Öğe Küllüoba’da İlk Tunç Çağı'nda beslenme alışkanlıkları ve bölgesel karşılaştırması(Arkeoloji ve Sanat, 2019) Gündem, Can YumniÖğe MÖ 7. binyılda Tepecik-Çiftlik Höyük’te hayvan ekonomisi’nin gelişimi ve evcil sığırın İç Anadolu Platosu’nda ortaya çıkış(TÜBA-A R: Türkiye Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi, 2019-11-22) Gündem, Can Yumniİç Anadolu Platosu’nun güneydoğusunda bulunan Tepecik-Çiftlik Höyük, bölgedeki çok dönemli yerlerden biri olduğu için çok önemlidir. Devam eden kazılar bize höyükte yerleşimlerin Erken Neolitik ile Geç Roma/Bizans dönemleri arasında olduğunu göstermektedir. Bu çalışma, 16K derin açmasından ve VII. ile V. Tabakalar arasından çıkarılmış (MÖ. 7000-6350) erken Neolitik dönemlere tarihlenen hayvan kemiklerinin arkeozoolojik araştırmalarının sonuçlarını tanıtmakta ve yorumlamaktadır. VII. ile VI./V. Tabakalar arasındaki hayvan kemiklerinin analizleri bize Tepecik-Çiftlik Höyük’te hayvana dayalı ekonominin keskin değişimlerin ilk kanıtını sunar; bu da artık evcil sığırların Tepecik-Çiftlik beslenmesidir.Öğe Archaeozoological study of a unique Late Neolithic pitfrom Tepecik-Çiftlik, central Turkey(Anthropozoologica, 2019-08-16) Gündem, Can YumniThe absence of written evidence from prehistoric periods makes it difficult to understand the origins of sacrifice or offering ceremonies. Archaeological finds from prehistoric periods are the only solid evidence for these acts and rituals. One probable case of animal sacrifice or offering in the Neolithic period has been found at the site of Tepecik-Çiftlik Höyük in central Turkey. This study is focused on a single unique pit, which contained only animal bones and was found in an open space. The contents clearly indicate that this pit can not be interpreted simply as mixed kitchen garbage since an almost complete cattle skeleton as well as sixteen left front leg remains from sheep were placed in the pit after a social, or more specifically, ritual act. Similar pit with similar content was found neither in the close region to Tepecik-Çiftlik nor within Anatolia. The main aim of this study is to introduce a special archaeological find group, those were left after certain prehistoric activity.Öğe Eskişehir Küllüoba’da aşağı ve yukarı yaşam sektörlerinde hayvansal besin tüketimi(Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü, 2020-12) Gündem, Can YumniÖğe Eskişehir Küllüoba’da ilk tunç çağ III’den orta tunç’a geçiş evresine ait iki adak çukuru(Türkiye Bilimler Akademisi, 2021-01-14) Gündem, Can YumniBu çalışmada, Küllüoba kazılarında tespit edilmiş ve İlk Tunç Çağ III’den Orta Tunç’a Geçiş Evresine tarihlenen iki çuku-run içinde bulunmuş olan hayvan kemiklerinin Arkeozoolojik açıdan incelemeleri paylaşılmıştır. Bir çukur içinden tam bir koyun ve diğerinde de tam bir domuz iskeletleri anatomik bütünlüğü bozulmamış bir şekilde gün ışığına çıkarılmıştır. Domuz iskeletinin bulunduğu çukurda, sığıra ait kalıntılar da bulunmuştur. Her çukurun da silo yapıları ile ilintisi bulunmaktadır. Koyun ve domuz yaklaşık bir yaşlarındadır; bu da bize koyunun Mayıs aylarında öldürülüp çukura konduğunu göstermektedir. Küllüoba’daki bu iki adak çukurlarının bereket kavramı ile alakalı olduğunu düşünülürken; Anadolu’daki birçok adak çukurları, anma amaçlı, ölü gömme ritüelleri veya yeraltı tanrıları ile ilintilidir.Öğe Uluslararası mevzuatlar ışığında Türkiye’deki yüksek eğitim sisteminde koruma eğitimi: Genel değerlendirme ve öneriler - 2(İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2012-12-01) Karaoğlu, Sultan A.; Öz, Ali Kazım; Aydın, Mahmut; Güner, SaadetComprehensive research by FOCUH (Friends of Cultural Heritage) that was conducted under the above mentioned title was summarized as an article consisting of 3 parts. The Part (1) of the article titled ““Conservation Education” in the Higher Education System of Turkey in Terms of International Legislations: General Evaluation & Proposals (1) was published in the national scientific magazine, “Restorasyon Konservasyon Çalışmaları” Issue 6, July-August-September 2010, pages 61-69. This article gives information on “EU Cultural Heritage Legislation and Turkey” Project (2006-2007) carried out by FOCUH in cooperation with Dokuz Eylul University, Department of Fine Arts within the framework of Civil Society Dialogue: Europe-Bridges of Knowledge Program, and its outputs. In addition, it briefly mentions the history of international legislation on conservation of cultural heritage. Beside, it explains European Culture Legislation translated in Turkish within the framework of the project; agreements, regulations, guidelines and recommendations on conservation of cultural heritage issued by UNESCO, COE, ICOM, ICOMOS, etc. and their “binding or non-binding nature” for contracting countries. This section also talks about the legal liability of Republic of Turkey for these legislations and possible risk scenarios for the future. The last part of the said Article proceeds to illustrate why our cultural heritage needs to be protected according to legislation issued by EU, and in this respect offers proposals for changes needed in related disciplines of the higher education (at Graduate and Post-Graduate Level). In this parallel, it firstly mentions changes needed in education given at departments of archaeology, which is one of the main disciplines directly related to conservation of cultural heritage. In the part (2) of the same article, which will be published in this issue, will broadly remind readers of the important points underlined in the part 1. Then it will bring up proposals for changes needed in higher education programs at Graduate and PostGraduate level relating to disciplines that are directly related to conservation of cultural heritage. Among these disciplines we cite architecture; architectural restoration; landscape architecture; civil engineering; urban and regional planning; conservation and restoration of movable cultural assets; conservation and restoration of works of art; preservation, restoration and archiving of Cinema-TV films and museum studies. The (3)rd part of this research will discuss changes needed in higher education programs at Graduate and Post-Graduate level relating to disciplines that are indirectly related to conservation of cultural heritage such as economics, law (antiquities law and internet law), foreign trade, e-business, security, etc. and will be published in the upcoming issues.Öğe Uluslararası mevzuatlar ışığında Türkiye’deki yüksek eğitim sisteminde koruma eğitimi: Genel değerlendirme ve öneriler - 1(İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2011-12-01) Güner, Saadet; Öz, Ali Kazım; Aydın, MahmutFriends of Cultural Heritage- FOCUH (‘Kültürel Mirasın Dostları Derneği’- KUMID) in Istanbul as the Project Beneficiary and Dokuz Eylül University (DEU) in Izmir as the Project Partner carried out the Project entitled ‘EU Legislation on Cultural Heritage and Turkey’ within the framework of the ‘Civil Society Dialogue: Europe- Bridge of Knowledge Program’ between December 2006-07. In this Project, as of September 24, 2007, all EU legislations on ‘Culture’ and other international legislations published by UNESCO, COE, ICOMOS, ICOM, etc. on ‘Culture-Cultural Heritage-Conservation’ considered in ‘EU acquis communautaire’ were translated into Turkish from English (300 legislations and 2000 pages). They were published on the web site of the Project (http://www.kumid.eu/euproject/proje.html) and the Project Books within two volumes in 2007. Between 2008-09, each international legislation translated into Turkish during this Project and each article of them were analysed by the team of KUMID within the framework of various disciplines such as economy, trade, statistics, law, planning, engineering, architecture, archaeology, etc. and a draft report was prepared in 2009. This report includes three main themes: 1) Approaches and implementations of the decision makers and public instutions about the conservation of cultural heritage should be changed in parallel with contemporary and international standards as well as international engagements of the Republic of Turkey. 2) Approaches, implementations, education and training programs in each department of various disciplines related to the conservation of cultural heritage directly or indirectly in the Higher Education System of Turkey should be changed within the framework contemporary and international standards as well as international engagements of the Republic of Turkey. 3) In order to realize those themes; a) Effective public awareness on those subjects should be made. b) International and national legislations should be studied in compulsory subjects or optional courses in each department of various disciplines related to the conservation of cultural heritage directly or indirectly in the Higher Education System of Turkey. In this paper, those themes are expressed in detail. In the first part of the paper, information about ‘EU Legislation on Cultural Heritage and Turkey’ is given. In the second part, the brief history of the conservation of the cultural heritage is talked about. General analysis of the ‘International Legislation’ and ‘Education in International Legislation’ is made in the third part. In the last part of the Paper, ‘Conservation Education in the Higher Education System of Turkey’ within the Framework of the International Legislations is described in detail and some suggestions are made.