7 sonuçlar
Arama Sonuçları
Listeleniyor 1 - 7 / 7
Öğe Yakın dönem tarihimizde Türk kadınının kıyafetle sınavı(İksad Publications House, 2018-02-15) Özteke, FahriTarih boyunca dünyaya kıyafet konusunda rol model olmuş Türk milleti, kadınına birçok konuda pozitif ayrımcılık yapmıştır. Fakat 18. yüzyıldan itibaren Türk kadınının kıyafetlerine dair bir takım tartışmalar yapılmaya başlandı. İlk olarak İstanbul’da yaşayan kadınlara dair 1726’da yayınlanmış bir fermanla kılık kıyafet düzenlemesi yapıldı. Bu şekilde başlayan süreç yaklaşık olarak 200 yılı aşarak devam etmiştir. Sultan II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde de kadın giysilerine yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Kadın kıyafetlerinde görülen değişiklikler erkeklere nazaran daha yavaş olmuştur. Bu değişim kırsalda daha az gözlemlenmiştir. Meşrutiyet Dönemi, kadın kıyafetleri açısından önemli gelişmelere tanıklık etmiştir. Dini konulardaki hassasiyetleriyle bilinen Sultan II. Abdülhamit zamanında 2 Nisan 1892’de yapılmış bir düzenlemeyle güvenlik gerekçesiyle çarşaf yasaklanmıştır. Benzer uygulama 1930 seçimlerinin ardından Cumhuriyet Halk Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın istekleri üzerine de hayata geçirilmiştir. Çağdaşlaşma sürecinde kadın kıyafetlerine dair atılan adımlar gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemlerinde benzerlikler arz etmektedir. I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında bazı gelişmeler yaşansa da kadın kıyafeti konusundaki girişimler geri plana itilmiştir. Türk Rönesansını gerçekleştiren Atatürk, kadın kılık kıyafeti ile ilgili cesur adımlar atılmasına öncülük etmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde kadının kamusal alanda nasıl giyinmesi gerektiği meselesi sık sık tartışma konusu yapılmıştır. İlk olarak 1924’te Maarif Vekâleti kadın öğretmenlerin yüzleri açık bir biçimde derslere girmesine dair talimatname yayınlamıştır. 1924-1935 yılları arasında peçe ve çarşaf başta olmak üzere kadın giysileri ile ilgili önemli girişimler gerçekleştirilmiştir. Bu girişimlere yerel yöneticiler kadar din görevlileri, basın mensupları, aydınlar ve tüccarlar gibi toplumun diğer katmanları da müdahil olmuştur. Kadın giysileri ile ilgili tartışmalarda israfa kaçılmaması gerektiği, Avrupalı kadınlara duyulan özentinin dışa yansıması, toplumdaki ahlaki yapının olumsuz etkilenmesi ve çağdaşlaşma hareketlerinin hız kazanması merkeze konumlanmış konular olarak dikkat çekmiştir. Yakın dönem Türkiye tarihinde kadın kıyafetlerinin yerli unsurlar tarafından üretilmesinin milli ekonomiye olan katkısı da ön plana çıkmış konulardan biri olmuştur. Türk kadınının kıyafeti üzerinden gerçekleştirilmiş tartışmalar 21. yüzyılın başına denk uzanmıştır.Öğe Din adamlarının ibadet dilinin yerlileştirilmesine karşı gösterdiği olumlu ve olumsuz tepkiler(İksad Publications House, 2018) Özteke, Fahriİslam Tarihi’nde ana dilde ibadet sorunsalı Hz. Ömer’in hilafet döneminde doğrudan dile getirilmeye başlanmıştır. Avrupa’da ise kutsal metinler XV. yüzyılla beraber Latince dışındaki diğer dillere tercüme edilmiştir. Türklerde Karahanlılar, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Beylikler Döneminde ibadet dilinin yerlileştirilmesine dair bazı teşebbüslerde bulunulmuştur. Fakat ibadet dilinin Türkçe olarak gerçekleştirilmesi ile ilgili ilk ciddi girişimler XIX. yüzyılın ikinci yarısında aynı zamanda bir din adamı da olan Ali Suavi tarafından yapıldı. II. Meşrutiyet Dönemi’ne gelindiğinde Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi düşünürler dışında din adamları da bu konuda meseleye müdahil olarak fikir beyan etmişlerdir. Mehmet Ubeydullah, Musa Kazım, Mustafa Hayri Efendi ve M. Şerafettin Yaltkaya bu din adamlarının başında gelen isimler olmuştur. Atatürk, ilerleyen yıllarda ibadet dilinin mutlak suretle millileştirileceğini Milli Mücadele yıllarındaki uygulamaları ve söylemleri ile zaman zaman ifade etmiştir. Bir devrim kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı 1924-1950 yılları arasında ibadet dilinin Türkçe olarak gerçekleştirilmesi ile ilgili çalışmalara öncülük etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkçe ibadet tartışmaları özellikle şu üç ana eksen etrafında gerçekleşmiştir: Türkçe Kur’an-ı Kerim, Türkçe hutbe ve Türkçe namaz. Başta İsmail Hakkı İzmirli, Elmalı Hamdi Yazır, Mehmet Akif Ersoy, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Cemaleddin Efendi, Hafız Yaşar Okur, Hafız Rıfat Bey, Müfid Efendi, Kamil Miras, Babanzade Ahmet Naim ve Ahmet Hamdi Akseki olmak üzere Cumhuriyet Dönemi’nde birçok din adamı ve düşünür Türkçe ibadet ile ilgili tartışmalara bir şekilde katılmışlardır. 1950 yılına gelindiğinde Türkiye’de iktidar değişmiş ve ibadet dilinde Arapçaya dönülmesi konusunda halkın desteği de alınarak ciddi adımlar atılmıştır. Ancak 1950-1960 arasında da özellikle basın üzerinden ibadet dilinin yerlileştirilmesi ile ilgili tartışmalar yine devam etmiştirÖğe Tarihçiliğimizin kurumsallaşması ve bir kültür milliyetçisi Ahmed Zeki Velidi Togan(Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2018-02) Özteke, FahriAltay Dağlarının eteklerine dikilmiş yazıtlarla başlamış Türk tarihçiliği, İslamiyet’in kabulünden sonra Arap ve Farslıların gölgesinde kalarak gelişmiştir. Osmanlı Devletinde XVII. yüzyılda vakanüvisliğin tesisi ile tarihçiliğimiz kurumsal bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Baskın unsur Türkler olmasına rağmen Osmanlı Devleti zamanında milli bir tarih anlayışından söz etmek mümkün olmamıştır. Çağdaşlaşma tarihimizde kırılma anı sayılan II. Meşrutiyet Döneminde tarihçiliğimiz, daha yerli ve daha bilimsel bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Batılı devletlerle kıyaslandığında geç kalınmış sayılsa da Türk tarihçiliğinin milli bir anlayışla bilimsel olarak kurumsallaşması Atatürk Dönemi’nde gerçekleşmiştir. Atatürk’ün kurdurduğu Türk Tarih Kurumu, 1200 yıldan fazla geçmişe sahip tarihçiliğimizi temsil eden çatı bir yapı olmayı başarmıştır. Asılsız biçimde, çağdaşlaşma hamleleri ve Türk Tarih Kurumu ile muhalifmiş gibi gösterilse de A. Zeki Velidi Togan XX. yüzyılda tarihçiliğimizin ileriye götürülmesinde en fazla uğraş vermiş birkaç isimden birisi olmuştur.Öğe Türk yükseköğretiminin rasyonalist evrimi ve Darü’l-Fünun’da görev yapmış yabancı uyruklu bilginler(Dicie Üniversitesi, 2019-04-22) Özteke, FahriEn eski tarihlerden bu yana her topluluk bir eğitim sistemine sahiptir. Uygarlığın gelişimiyle eş güdümlü olarak eğitim sistemlerinin kapsamı da genişledi. Çoklu bir bütün olan eğitim sistemlerinde önemli yer tutan öğelerden biri de yetişkinlerin edinim kazanmasını sağlamaktır. Batı dünyası önce klasik lise ardından üniversite tesis ederek bu konuda yol aldı. Osmanlılar ise bir takım girişimlerden sonra Darü’l-fünun’u kurarak ileri yaştaki insanlarını eğitmeye çalıştı. Yaklaşık 70 yıllık tarihiyle Darü’l-fünun Türk yükseköğretiminin nasıl özgürleşmeye çalıştığını, hangi baskılara karşı direnç gösterdiğini ve ülke meseleleri karşısında ne tür bir refleks verdiğini anlamamız açısından büyük öneme sahiptir. Okulun son 18 yılında görev yapan yabancı uyruklu bilginler ise gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemlerinde yükseköğretimin yeni bir yapılanma içine girmesine rehberlik etti. Cumhuriyet’le beraber Darü’l-fünun’un yolu da devrimlerle kesişti. Bu süreçte yabancı uyruklu bilginler okulun devrimlere entegre olması için yoğun çaba harcadı. Darü’l-fünun gençliğinin fikirsel dinamizm kazanmasında, ülkenin kültürel, tarihi ve coğrafi zenginliklerini kavramasında yabancı uyruklu bilginler önemli rol oynadı. Bu bilginler araştırmalarıyla tarım, hayvancılık ve sanayinin gelişmesine katkıda bulunarak Atatürk’ün milli ekonomi ülküsüne destek verdi. Türk yükseköğretiminin şekillenmesinde ayrı bir yeri olan bu şahısların bir bölümü1933 reformundan sonra da ülkemiz üniversitelerinin gelişimi için uğraştıÖğe Destek verdiği devrimlerle bir başka açıdan Darü’l-Fünun(İksad Publications House, 2018) Özteke, FahriDarü’l-fünun Türk çağdaşlaşmasında konumu itibarıyla en hassas kurumlardan biridir. 1863-1933 yılları arasında kesintilerle yaklaşık 70 yıl boyunca varlığını sürdürmüştür. Okul özellikle kökten yenilikçi çevreler tarafından değişikliklere kapalı bir tutum sergilemekle suçlanmıştır. Oysa Osmanlılar zamanındaki uygulamalar sayesinde ülkemizde sivil eğitime başlanılan ilk eğitim kurumu, bilimsel alanda uluslararası işbirliğinin önemine vurgu yapılmış ilk resmi müessese, medeni hukukun akademik mantıkla öğretildiği ilk yer Darü’l-fünun olmuştur. Sultan II. Abdülhamit’in gayretleriyle Darü’l-fünun bünyesinde tesis edilen Ulum-ı Aliye-i Diniye şubesi, Cumhuriyet Dönemi yüksek din eğitimi uygulamalarına temel teşkil etmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Darü’l-fünun sayesinde kız çocuklarına yükseköğrenim imkânının sunulması Türkiye’de karma eğitime geçişin önünü açan ilk gelişmelerden biridir. Atatürk, “timsal-i medeniyet Darü’l-fünun olacaktır” prensibinden hareketle Cumhuriyetin ilanının ardından okula büyük önem vermiştir. Cumhuriyet Darü’l-fünun’u dil-alfabe devrimi, şapka iktisası kanunu, ibadet dilinin yerlileştirilmesi, ibadethanelerin tasnifi ve tarikat kurumlarının kapatılması gibi hayati öneme sahip devrimlerin açık bir biçimde yanında yer almıştır. Ancak Osmanlı dönemini anımsatan görüntüsünden tam anlamıyla kurtulamaması ve bir türlü çağdaş üniversite ayarına yükselememesi sonucunda Darü’l-fünun Atatürk’ün talimatıyla kapatılmıştır. Ülkemizde yükseköğrenimin çekirdeğini meydana getirmiş okul üniversite reformu kapsamında tarihi işlevini tamamlamıştırÖğe Asar-İ İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni’nden Afet İnan’a Milli tarih bilincinin inşası(Asos Yayınevi, 2017-12-28) Özteke, FahriÜlkemizde birçok alanda olduğu gibi tarihçiliğimizin de bilimsel anlamda mesafe kat etmeye başlaması II. Meşrutiyet Dönemi’nde gerçekleşmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde tarih çalışmalarının milli ve ilmi bir temele yerleşmeye başlamasına en fazla katkıda bulunan kurumlardan biri de Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni olmuştur. Encümenin kuruluş felsefesi Türk toplumunun sosyal köklerini araştırıp ortaya çıkarmak üzerine bina edilmiştir. Bu kurumun, kurucu üyelerinin büyük bir bölümü Cumhuriyetimizin eğitim sisteminin mimarları olup Atatürk tarafından takdir edilmiş bilginlerdir. Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni üyeleri Milli Tetebbular Mecmuası ile ilmi birikimlerini kamuoyuyla paylaşmışlardır. Milli Tetebbular Mecmuası’nın yayın hayatı kısa sürse de ülkemizde tarih alanında çıkartılmış ilk önemli akademik dergilerden biridir. Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni ve aynı dönemde kurulan Türk Ocaklarının II. Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde yaptığı çalışmalar, Atatürk Dönemi’ndeki milli tarihçilik anlayışının temelini teşkil etmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra tarihçiliğimizin milli bir anlayışla bilimsel temelde gelişme göstermesine en çok katkı da bulunanların başında model Türk kadını Afet İnan gelmiştir. Afet İnan, Atatürk zamanındaki tarih çalışmalarının adeta koordinatörlüğünü üstlenmiştir. Türk Tarih Kurumu’nun inşası ve Belleten’in bilim dünyasına kazandırılmasında Afet İnan’ın büyük rolü olmuşturÖğe Diyarbakır Müftüsü Hacı İbrahim Efendi’nin Milli Mücadele’ye verdiği destek(Social Sciences Studies Journal, 2020-08-15) Özteke, FahriTürk-İslam Tarihi’nin en hassas zamanlarında sağduyudan yana tavır belirleyen Diyarbakır halkı, aynı tutumunu I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında da gösterdi. Bunda belirtilen süreçlerde şehirde müftülük görevini yürüten İbrahim Efendi’nin önemli katkıları oldu. İbrahim Efendi, gerek klasik gerekse modern eğitim kurumlarında öğrenci yetiştirmiş aydın ve birleştirici özelliklere sahip bir din adamı idi. I. Dünya Savaşı yıllarında kendi çabalarıyla kurduğu gönüllü birliği ile Kafkas Cephesi’nde Ermenilerle mücadele eden İbrahim Efendi, savaşın sonlarına doğru Musul’a kadar giderek Türk birliklerine destek verdi. Milli Mücadele yıllarında Diyarbakır’da Atatürk ve arkadaşları lehine kamuoyu oluşturdu. Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılamasa da milli örgütlenmenin gereğine işaret etti. İzmir’in işgali karşısında protesto telgrafları çekilmesine ön ayak oldu. Ankara fetvasını imzalayan 153 din adamından birisi olarak Milli Mücadele’nin meşruiyet kazanmasını sağladı. Diyarbakır gençlerini vatan savunmasına destekçi olmaları için Batı ve Güney cephelerine yönlendirdi. Büyük Taaruz’dan sonra şehirde günlerce süren kutlamaların büyük bölümünü tertip etti.