8 sonuçlar
Arama Sonuçları
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Öğe Bâkî, Fuzûlî, Şeyhülislâm Yahyâ ve Nedîm divanlarında haz kavramı(Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 2015) Bozkurt, KenanMutluluk uyandıran, zevk veren tüm duyguların karşılığı olarak kullanılan haz kavramı, Divân şiirinde çok sık olarak işlenen temalardandır. Haz, şâirlerin hazza bakışlarına, kişisel özelliklerine, mensubu olduğu düşüncelere, bağlı olduğu tarikatlara göre farklılık arz etmektedir. Bazı şâirler, şiirlerinde dünyevi arzuları, bedensel zevkleri işlerken bazı şâirler ise manevîyattan, aşk ve aşkın hallerinden duydukları zevki konu edinmektedirler. Kişinin haz kavramını ele alması, kişiyi hazzı yaşayan biri haline getirmez. Kişinin hazzı yaşayan, onu tadan biri olması için hazzı hayatının merkezine oturtup ona dair bir felsefî altyapı oluşturması gerekmektedir. Haz kavramını ele alan birçok Divân şâirinin bu felsefî ve düşünsel altyapıyı oluşturduklarını, aşk kavramını ele alırken bu felsefî ve düşünsel altyapıdan hareket ettiklerini görürüz. Şâirlerin kendilerini rind, âşık, mutasavvıf, zahid olarak tanıtmaları onların aldıkları hazzın felsefî arka planı hakkında bilgiler verir. Ama Divân şiirinin klişe yapısı içinde, hazzın da klişe bir kavram olarak kullanıldığına şahit olmaktayız. Hayatı boyunca içkinin bir damlasını ağzına almayan, meyhânenin yolunu bile bilmeyen şeyhülislâmların şarabın ve meyhânenin verdiği zevkten başlarının nasıl döndüğünü ballandırarak anlattığı görülür. Peki bunu nasıl izah etmeliyiz? Bunu izah için de devreye Divân şiirinin sembol dili girmekte; şarap, meyhâne gibi kavramlar tasavvufun sembolik dilindeki anlamlarıyla düşünmemiz gerekmektedir ki şâirlerin asıl maksatlarını ne olduğunu anlayabilelim. Bu çalışmamızda Divân şiirinin dört büyük şâiri Bâkî, Fuzûlî, Şeyhülislâm Yahyâ ve Nedîm’in divânlarında hazzı nasıl ele aldıklarını incelemeye çalışacağız.Öğe Yüreği vatan aşkıyla atan bir Şâir: Yûsuf Hâlis Efendi ve Şehnâme-İ Osmânî’si(Tidsad Türk İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2019-03) Bozkurt, Kenan1853’ten başlanarak Kırım Savaş’ı boyunca yazılan ve Ceride-i Havâdis’te yayımlanan şiirlerin 1855 yılında bir araya getirilmesiyle oluşturulan Şehnâme-i Osmânî, savaşın değişik yönleriyle ele alınıp aktardığından tarihi bir belge niteliğindedir ve aynı zamanda millet ve vatan duygusunu şiirde ilk kez ele alınmış olması bakımından oldukça önemlidir. Özellikle 102 beyitlik “Vatan Kasîdesi”, vatan konusunda yazılmış ve vatan sevgisini işleyen ilk şiirdir. Bu yönüyle Yûsuf Hâlis’i “Namık Kemal’den önce vatan düşüncesini şiire taşıyan ilk şâir” olarak tanımlamak ve bir abide olarak kabul etmek gerekir. Ancak bu kadar önemli bir şâir ve eseri, maalesef gölgede kalmış ve hak ettiği değer, kendisine verilememiştir. Yûsuf Hâlis, çok yönlü bir şâir olmakla beraber, sonradan yetişen Namık Kemal gibi büyük şâirlerin gölgesinde kalması ve ikinci derece bir şâir olması, onun tanınmasına engel olmuştur. Bu çalışmamızda Yûsuf Hâlis Efendi’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verip Şehnâme-i Osmânî adlı eserini tanıtacağız. Çalışmanın sonunda da eserin transkripsiyonu metnini vereceğizÖğe Bir “Rind-i Bî-Kayd”ın düşünce atlasına yolculuk (Şeyhülislâm Yahyâ’da Rindlik)(TYB Akademi, 2019-01) Bozkurt, KenanKlasik şiirin vazgeçilmez unsurlardan birisi olan rind, şâirlerin asırlarca kendilerini ifade etmek için başvurdukları kavramdır. Yoğun olarak işlenen bu kavram, eski kültürün bir parçasıdır ve tasavvuftaki hâl ve makamları ifade eder. Klasik kültürün ideal insan tipinin bir yansıması olduğu gibi rind, aynı zamanda bir zihniyetin de temsilcisidir. Bu zihniyet, kâlden ziyade hâle önem veren, içselleştirilmiş imanın yaşam tarzına dönüştüğü inançtır. Bu anlamda rinde atfedilen şarap içme, sarhoşluk, vurdumduymaz olma, anı yaşama gibi vasıflar, onun iman ve irfan yolundaki hâllerinin sembolik ifadeleridir. Bu çalışmamızda Şeyhülislâm Yahyâ’nın divanından hareketle şâirin hem rindlik düşüncesi ve hayat algısı hem de şiirlerinde yer alan şarap, felek, rind-zâhid çatışması, riyakârlığa karşı olma, kaza ve kadere boyun eğme gibi tasavvufta irfânî düşüncenin bir parçası olan kavramlar ele alınacaktırÖğe Şehir tarihi ve tarihe tanıklık bağlamında Lebîb’in tarihleri(Sosyal Bilimler Dergisi, 2017-12) Bozkurt, Kenanİslam Kültüründe bir kelime, cümle, mısra veya bir beyitte yer alan harflerin ebced hesabındaki sayısal karşılığından yararlanarak önem verilen bir olayın tarihini göstermeye “tarih düşürme” denir. Tarih düşürme, şâirlerin elinde edebî bir nitelik kazanırken tarihlendirmeye dayalı olduğundan tarihe tanıklık da eder. Birçok tarihi olay, mimari eser, doğum ve ölüm şâirlerin kaleminden çıkan tarihler aracılığıyla geleceğe aktarılır. Zira tarih ve edebiyatın ortak konusu insan olduğundan toplumların başından geçenleri, felaketleri, savaşları, barışları her iki alan da kendi bakış açısıyla sunar. Ancak tarih bize doğrudan kronikler sunarken edebiyat, özele inerek onun pek çok karanlık noktasını bir müellifin gözünden aydınlatır. Bu anlamda yazılan bir edebî metinden hareketle dönemin olaylarını tespit etmek mümkün olduğu gibi dönemin yaşam tarzını, olaylarını, sosyal çalkantılarını, dönemin siyasal ve ekonomik durumunu açıklamakta edebî metinler, önemli kaynaklardan biri olarak karşımıza çıkar. Bu çalışmamızda Diyarbakırlı şâir Lebîb Efendi‟nin Divânı‟nda düşürülen bazı tarihlerden hareketle 18. yüzyıldaki bazı Diyarbakır valileri zamanında Diyarbakır vilayeti sınırları içinde yapılan imar çalışmaları, meydana gelen isyanlar hakkında bilgi vermeye çalışacağızÖğe Has bahçenin son yaprakları: İşkodralı İbrahim Fehmi Divanı(Journal of Turkish Language and Literature, 2020-01-31) Bozkurt, KenanAnadolu’da kurulan ilk beyliklerle başlayan klasik şiir geleneği Osmanlı devletinin beylikten imparatorluğa uzanma süreciyle paralel ve kesintisiz olarak gelişimini sürdürmüştür. Osmanlının siyasi evrelerine benzer evrelerde gelişen bu edebiyat, 16-17. yüzyılda gelişiminin zirvesini görmüş; Hayâlî, Zâtî, Fuzûlî, Bâkî, Ş. Yahyâ, Nâbî, Nef’î gibi zirve şahsiyetler yetiştirerek altın çağını yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğunda 17. yüzyıldan sonra önce duraklama sonra da başlayan gerilemenin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda olumsuz etkileri, edebiyata da sirayet etmiş; klasik edebiyat, eski sanatsal gücünü yitirmeye başlamış ve Şeyh Galip ile son büyük temsilcisini yetiştirmiştir. Bu edebiyat, Şeyh Galip’ten sonra da 19. yüzyılın sonuna kadar birçok şair yetiştirmeye devam etmişse de eski gücüne bir daha ulaşamamış ve Tanzimat’la beraber başlayan Batı tarzı edebiyata yenik düşerek yurtiçi ve yurtdışı kütüphanelerinde bu edebî devreye ait binlerce elyazması eser geriye bırakarak miadını doldurmuştur. Manzum ve mensur türde birçok eser verilmekle beraber hiç şüphesiz bu edebiyatın en önemli eserleri divanlardır. Bu önemden ötürü da bu edebiyat, uzun süre “Divân Edebiyatı” olarak anılmıştır.Öğe Hayali Bey Divanı’nda poetik söylem bağlamında tefahür(Mukaddime, 2019-11-28) Bozkurt, Kenan; Bezenmiş, TubaKlasik şiiri Fars edebiyatı seviyesine getirme hususunda emeği inkâr edilemeyen Hayâlî Bey, Kalenderî grubuyla adım attığı İstanbul’da şairlik dehasıyla kendini ispatlamış, devlet ricalinin hamiliğini kesp ederek klasik şiirin zirve şahsiyetlerinden birisi olmuştur. Sanatçı kişiliği, çağdaşları tarafından takdir edilerek “sultânü’ş-şuârâ-yı Rûm” unvanıyla onurlandırılmıştır. Ancak şair, Osmanlı patronaj geleneğinin bir gereği olarak söz söylemedeki ustalığını, şairlik dehasını kasidelerin fahriye ve gazellerin makta bölümünde ortaya koyarak tefahürde bulunmuştur. Aslında bu bölümler, şairin kendisini övmesi için uygun bir fırsatın yaratıldığı bölümlerdir. Bu bölümde şair, şairlik kudretinden, erdemlerinden, ne kadar usta bir şair olduğundan abartılı bir şekilde bahseder ve kendisiyle diğer şairler arasında bir mukayeseye girerek üstünlük iddiasında bulunur. Bu çalışmamızda Hayâlî Bey’in Divânı, tefahür bağlamında taranarak şairin tefahürde bulunduğu beyitler tespit edilmiş ve bu beyitler, şairin poetik söylemi bağlamında incelenmiştir.Öğe Hüsn-ü Aşk’a felsefî ve tasavvufî bir bakış: Aşk’ın kalbe yolculuğu(Batman Üniversitesi, 2020-06-30) Bozkurt, KenanYol ve yolculuk, insanoğlunun varoluş serüveninin bir parçası olduğundan kültür ve coğrafya ayrımı olmaksızın bütün ezoterik düşüncelerde ortak bir imge olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu düşüncelere ait klasik metinlerde sembolik örüntü içinde çok sık bir şekilde işlenmiştir. İnsanı büyük bir evren olarak ele alan ezoterik düşünce, insanın yaşadığı maddi âlemden kurtulup özüne ulaşmasını sağlayacak ve kendisini aşkın varlığın bilincine ulaşmasını sağlayacak bir yolculuğun gerekliliğine sürekli atıfta bulunur. Âşık Veysel’in iki kapılı bir hana benzettiği bu dünyada insan ömrü, varoluşla beraber bir başlangıca ölümle beraber bir sona bağlıdır ve insan bu arada menziline varmak için sürekli yürüyen bir yolcu konumundadır. Somut bir yolculuk gibi görünse de manevi bir niteliğe sahip olduğunu ve varoluşun asıl gayesinin de bu yolculuk olduğunu Kur’an’dan öğrenmekteyiz. Kur’an’ın insanın anlamsız yere yaratılmadığına yaptığı vurgu, onun varoluşunun bir anlam ve ideal üzerine konumlandırıldığını bize açıkça gösterir. İslam’ın mistik boyutunu oluşturan tasavvuf, insanoğlunun varoluş ideali ve sırtına yüklenen bilme sorumluluğunu, yeryüzüne düşüşü ve tekrar Allah’a dönderilişini; yol, yolcu ve yolculuk imgesiyle ifade eder. Mutasavvıflar, Allah’tan kopan ruhun tekrar ona yükselişini ve bu dönüşte yaşadığı manevi değişim, dönüşüm ve zorlukları bir sefer bağlamıyla anlatmıştır. Bu, aynı zamanda insan-ı kâmil olma sürecinin de ifadesidir.Öğe Şabân-ı Sivrihisârî’nin Kıyâfet-Nâmesinde Aristo estetiğinin yansımaları(Kesit Akademi Dergisi, 2018-06) Bozkurt, Kenanİlm-i firâsetin bir kolu olan ilm-i kıyâfet (fizyonomi), insanların beden uzuvlarından hareketle kişilerin özellikleri hakkında bilgi veren ilimdir. Aristo, “De Natura Animalium” isimli çalışmasında beden ve yüz yapısı ile insanın karakter özellikleri arasında bağlantı kurarak kişileri tanımaya çalışır. Aristo’ya göre, insanın beden ve yüz yapısının belli bir hayvana benzemesi, onun karakter özelliklerini ortaya koymaktadır. İslam âleminde bu tarzda eserler kaleme alma, tercüme faaliyetleriyle beraber hız kazanmış; kıyâfet-nâme adı altında Arapça, Farsça ve Türkçe çok sayıda eser yazılmıştır. Aristo’nun insana dair ele aldığı tüm hususları, kıyâfet-nâme yazarları da ele almıştır. Bu ilim, her ne kadar beden yapısı ve kişilik arasındaki ilişkileri ele alsa da güzellik hususu söz konusu olduğunda mutlak bir estetik kıstas üzerinden hareket edildiği görülmektedir. Özellikle kıyâfet-nâmenin “mutedil insan” bahsinde Aristo estetiğinin içkin güzellik için belirlediği kıstasların Sivrihisârî tarafından da mutedil güzellik için kullanıldığını görmekteyiz. Bu çalışmamızda Aristo estetiğinden hareketle Şabân-ı Sivrihisârî’nin Kıyâfet-nâmesi’nde Aristo estetiğinin etkilerini irdelemeye çalışacağız.