Cilt 5, Sayı 2

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 14 / 14
  • Öğe
    Alamût Kalesi
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Çelik, Remziye
    Tarihi olayları anlatırken olayların geçtiği alanın coğrafi özelliklerini de dikkate almalıyız. Çünkü o tarihi olay, o coğrafyanın ürünü olup tarihi olaylar o coğrafyaya aittir. Coğrafi yapısı itibariyle fiziki zorlukların oluşturduğu Alamut Kalesi içinde oluşan Hasan Sabbah ekolüne de yansımıştır. Bu çalışmamızda Alamût Kalesine yer verilerek, kalenin coğrafî yapısı, nerede olduğu üzerinde durulmuş olup Alamût Kalesinin önemi ve neden bu kalenin Hasan Sabbah tarafından seçildiğine de değinildi. Şuana kadar Türkiyedeki çalışmalarda yer verilmeyen Alamût Kalesine ait kütüphanedeki bazı değerli eserlerden ve yazarlarından da bahsedilmiştir. Ayrıca tarihte İsmâililerin en önemli simalarından Hasan Sabbah’ın kaleye yerleşmesinden ve İsmâilî mezhebini yaymaya çalışmasından da bu makalede bahsedilmiştir.
  • Öğe
    Sellü’l Hüsâmü’l Hindî Li-Nüsrati Mevlânâ Halid En Nakşibendî çerçevesinde akâid, fıkıf ve tasavvuf buluşması üzerine analitik bir değerlendirme
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Var, Mehmet Ali
    Sellü’l hüsâmü’l hindî li-nüsrati Mevlânâ Halid en-Nakşibendî, son devrin fakihlerinden İbn Âbidîn’in (ö. 1252/1836) risâlelerinden biridir. İbn Âbidîn risaleyi zamanın Şam müftîsi Hüseyin el- Murâdî’nin Mevlânâ Halid en- Nakşibendî hakkında ileri sürülen iddiaları araştırması, onun gerçekten bir mürşid mi yoksa cinlerle bir takım işler yapan sihirbaz mı olduğunu açığa çıkarmasını istemesi üzerine yazılmıştır. İlk olarak 1301 yılında Dımaşk’te yayınlanmıştır. Risâle kırk iki sayfa olup, başına ve sonuna eklenen şiirlerle birlikte kırk yedi sayfayı bulmaktadır. Genel olarak tasavvufla ilgili olmakla birlikte âkâid, fıkıh ve tasavvuf konularını içermektedir. Risale üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Halid en- Nakşibendî’ye yöneltilen ithamlar reddedilip onun gerçek bir veli olduğunun isbatı yapılmaktadır. Müellif risalenin bu bölümünde, Halid en- Nakşibendî’yi araştırıp onun şahitler ve delillerle gerçek bir tasavvuf adamı ve Hak dostu olduğunu ortaya koymaktadır. Mevlânâ Halid, samimî, dürüst, takva ehli insanlardan biri olup, zâhir ve bâtın ilimlerde zirve biridir. İkinci bölümde keramet, cinlerin hakikati ve şeytanlarla arasındaki farklar, onları görmenin ve onlarla toplanmanın cevazı, sihir, sihrin kısımları ve hükümlerinin açıklanması ile gayb ilmi konusu ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde Halid en- Nakşibendî’nin hayatı işlenmiştir. Makalenin sınırlarını aşmamak ve risâlenin tamamının tercümesini ayrıca yayınlamak maksadıyla birinci bölümü kısaca özetleyip, daha önemli olarak gördüğümüz ikinci bölümün tercümesinin tamamını verdik. Risalenin üçüncü bölümü olan Mevlânâ Halid Naşîbendî’nin hayatını kısaca özetleyip eserlerinden bahsettik.
  • Öğe
    Eyyûbîler döneminde makâsıd çalışmaları
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Aslan, Abdulğalip
    Fıkıh usûlünün önemli konularından biri olan makâsıd ilmi İslam hukukçularının ilgisini her dönemde çekmiştir. Bunun nüvelerini ilk olarak İmam Şâfiî ve Kaffâl eş-Şâşî’de bulmak mümkündür. Bunların akabinde sırasıyla İmâmü’l-Haremeyn Cüveynî ve Gazzâlî’nin de bununla ilgilendiği ve makâsıd düşüncesine önemli katkılarda bulunduğu görülmektedir. Şâfiî ile başlayan ve adı geçen fakihler ile devam eden bu ilgi Eyyûbîler dönemindeki fakihler tarafından da sürdürülmüştür. Eyyûbîler döneminin önemli fakihlerinden biri olan İbn Abdisselâm tarafından makâsıd müstakil bir ilim olarak tasnif edilmeye başlanmıştır. Öğrencisi Karâfî müstakil bir ilim olarak telakki edilen makâsıdın sistemleşmesine büyük katkıları olmuştur. İbn Abdüsselâm ve öğrencisi Karâfî, çalışmalarında sık sık maslahata vurgu yaparak birçok fıkhî meselelere makâsıd çerçevesinde çözümler getirmişlerdir. Makâsıd düşüncesi, uzun süre Şâfiî mezhebinde tedavülde olan bir olgu olduğu halde Eyyûbî dönemindeki Şâfiî fakihlerin etkisi ile diğer mezhepler tarafından da kullanılmaya başlamıştır. Bu durum mezhepler arasındaki etkileşimde mekasadın etkin bir rolünün olduğunu göstermesi açısında önemlidir. Eyyûbîler döneminde Şâfiî fakihleri dışında diğer mezhep mensupları tarafından da makâsıd ilmi çalışılmaya başlanması, mezheplerin birbirinden etkilenmesi ve birbirine yaklaşması açısından da önem arz etmektedir. Makâsıd odaklı bu çalışmada Eyyûbî dönemi fakihlerinden İbn Abdüsselâm ve Karâfî’nin makâsıd eksenli çalışmaları merkeze alınmış, dönemin diğer fakihlerinin makâsıdla ilgili görüşlerine temas edilerek makâsıd literatürüne katkı sağlamak hedeflenmiştir.
  • Öğe
    Toplumsal güveni sağlamada Kur’ân’ın rolü
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Solmaz, Mekki
    Kur’ân-ı Kerîm nazil olduğu toplumu ıslah ettiği gibi, sonraki toplumları da öğretileri ve değerleri ile ıslah etmiştir. Bugünkü çağdaş diye nitelendirdiğimiz toplumları da ıslah etmeye, sorunlarını tedavi ettirmeye, yenilenebilir sıkıntıları da ele alıp halletmeye kadirdir. Bu sorunlardan en önemlisi de toplumsal güveni sağlama mevzuudur. Kur’ân bunu sağlama noktasında özne konumundadır. Zira o, toplumsal olarak büyümenin, çağdaşlaşmanın ve yenilenmenin tüm öğelerini taşıyan bir kitaptır. Her ne kadar özellik itibariyle Kur’ân’ın nazil olduğu toplumdan az veya çok farklı özellikte sorunlar ve problemler olsa bile Kur’ân’ın ahkâmı ve öğretileri ile hayatı idame etme yaklaşımı farklı zaman ve zeminlerde tüm dertlere deva, sorunlara çözüm ve kötülüklerden de korunmadır. Toplumsal güven, Kur’ân-ı Kerîm tarafından başlatılan bir dizi eylem ve ilke ile sağlanır. Aksi halde ise ceza ilkesi devreye girer. Toplumsal güveni sağlamak için desteklenen unsurların bir kısmını analiz eden ilmin ve bilimin kökeni ve temeli olan Kur’ân-ı Kerîm’i tanıtmak, O’nun ceza ilkesi yoluyla toplum için kamu ve özel güvenliğin sağlanması üzerindeki etkisini vurgulamak, toplumsal güveni sağlamak yolunda Kur’ân-ı Kerîm’in evrenselliğini göstermek araştırmamızın gayesi olacaktır.
  • Öğe
    Halkın dini tecrübeleri üzerine bir araştırma
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Karaçoban, Ethem
    İlim erbabının, hitap ettiği insanların dini inanç ve yaşantılarını olabildiğince doğru olarak bilmesi önemlidir. Şüphesiz bunun yollarından biri de insanları bizzat kendi yaşantı ve ifadeleri yoluyla tanımaktır. Makale, bu amaçlarla çalışılan doktora tezinden üretilmiştir. Çalışmanın tamamında, dini hayatın farklı boyutları incelenmiş olmasına rağmen makalede ele alındığı şekliyle, dinî bilgi, ibadet ve davranış boyutlarını kapsayan sorularla dinî hayatın mezkûr boyutları değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın uygulamalı araştırma kısmında anket (survey) metodu, temel kavramlar kısmında ise dokümantasyon metodu tercih edilmiştir. Anket sonucunda elde edilen veriler tablolar halinde gösterilmiş, yüzde, frekans ve gerekli olduğu yerlerde ki-kare değerleri doğrultusunda değerlendirilmelerde bulunulmuştur. Araştırmada dini konuların insanların gündemindeki yerini koruduğu ve halkın temel dini esaslara olan inancının yüksek olduğu görülmüştür. Bilgi boyutu incelemesinde ise halkın dinî bilgilerinde önemli yanlışlıklar olduğu tespit edilmiştir.
  • Öğe
    İsrâiloğullarını yeren bir rivâyetin tahlîli
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Öz, Abdulhekim
    Bu çalışmada, temel hadis kaynaklarımızda râvi zinciri bakımından sıhhat payesine ulaşmış yukarıda metni verilen hadis rivayeti, sened ve metin tahlili çerçevesi göz önünde bulundurularak anlaşılmaya çalışılacaktır. Çalışmamızda, rivayetin geçtiği temel hadis eserleri, şöhret durumu esas alınarak verilecektir. Zikrettiğimiz rivayet; Buhari ve Müslim’in es-Sahih’lerinde, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i, Hâkim’in Müstedrek’i ve diğer bazı hadis kitaplarında da yer almaktadır. Bir satırlık metne sahip rivayet, iki farklı temel meseleyi ilgilendirmesi hasebiyle anlaşılması güç olmasının yanında toplumsal ciddi problemleri de içinde barındırmaktadır. Yukarıda metin ve tercümesi verilen rivayetin ilk cümlesinde, bir temel gıda maddesi olan ve tarih boyunca bütün insanlığın tükettiği etin (hemen tüketilmediği takdirde) bozulmasına daha çok İsrailoğulları olarak anlatılan Yahudi kavminin sebep olduğu, bir başka anlatımla etin çürümesine, kokuşmasına onların sebebiyet verdikleri anlatılmaktadır. İkinci cümlesindeyse, tamamen farklı bir sosyolojik problem olan, aile içi bir olaya değinilmektedir. Buna göre, tarih boyunca meydana gelen aile içi huzursuzlukların, problemlerin de sebebi, ilk insan olan Âdem’in (as) eşi, Havva olmuştur. İlk olarak ilgili rivayetin sened ve metin tahlili yapılacak daha sonra da hem klasik temel eserlerde şârihlerin rivayetin anlaşılması, metin muhteva yönündeki problemin çözümü hakkında söyledikleri, hem de çağdaş yorumcuların rivayet hakkındaki görüşlerine yer verilecektir. Son olarak da kendi kanaatimizi belirteceğiz.
  • Öğe
    Dinî çocuk edebiyatı açısından olağanüstü, kurgu ve gerçeklik
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Şener, Osman Zahit
    Birçok edebi eser, eldeki verili ve yaşanan gerçekliğin ötesinde, bu gerçekliğin insanın duygu ve zihin dünyasında meydana getirdiği etkiler üzerinden kurgulanmıştır. Bu kurgusal yapı, somut gerçeklikle her zaman birebir uyuşmayabilir, hatta kimi zaman olağanüstü ve düşsel unsurlar içerebilir. Destan, efsane, masal, menakıp gibi geleneksel edebi türler ve modern bir tür olan fantastik, çoğu zaman mevcut gerçekliğin ötesinde insanın hayal gücünün yaratımı olan düşsel unsurlarla kurgulanmıştır. Bu düşsel ve olağanüstü kurguyu, birçok geleneksel dönem Türk İslam edebiyatı eserinde ve günümüz çocuk edebiyatı eserlerinde yaygın olarak görmek mümkündür. Bu çalışmada, öncelikle olağanüstü düzlemde kurgulanmış ve düşsel unsurlar içeren metinlerin Dinî çocuk edebiyatı açısından imkân ve sınırlılıkları değerlendirilmiştir. Çalışmada irdelenen ikinci konu, olağanüstü unsurlar içermeyen ve gerçeklik düzleminde kurgulanmış Dinî çocuk edebiyatı metinleri söz konusu olduğunda; bu metinlerdeki kurgunun gerçeklikle ilişkisinin veya dini kaynaklarla uyumunun nasıl değerlendirilmesi gerektiğidir. Bu noktada, peygamberler ve sahabiler gibi gerçek şahısların, gerçek olayların veya İslam’ın iman, ibadet ve ahlak esaslarına ilişkin dini içeriğin etrafında yapılacak bir kurguda, dini içeriğin kendine has özellikleri sebebiyle bazı sınırlamaların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu sınırlılıklar konusunda; din eğitimi, temel İslamî ilimler, edebiyat, estetik ve çocuk edebiyatı gibi farklı disiplinlerin yaklaşımları doğrultusunda ortak bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Kur’ân’da Allah’a izafe edilen iğvâ bağlamında müfessirlerin yorumları: Taberî, Zemahşerî ve Râzî tefsirleri örnekliğinde mukayeseli bir inceleme
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Demir, Mehmet Kadri
    Doğru yoldan saptırma, azdırma ve isyana sürükleme gibi manalara gelen iğvâ, önemli Kur’ânî bir terimdir. Bu lafız Kur’ân’da genellikle şeytanla ilişkili olarak kullanılmıştır. Ancak el-A’râf 7/16, Hûd 11/34 ve elHicr 15/39 ayeti olmak üzere üç yerde ise Yüce Allah’a izafe edilerek kullanılmıştır. Bu yönüyle mezkûr üç ayet, kelâmın mühim konulardan olan kader, irade hürriyeti, insanın fiilleri, hidayet-dalâlet açısından farklı şekillerde yorumlanmaya müsaittir. Bu durum, ilgili ayetler bağlamında müfessirlerin çeşitli yorumlar yapmasına neden olmuştur. Bu çalışmada, öncelikle “iğvâ” lafzının anlamı tespit edilmeye çalışılmış ve bu lafzın Kur’ân’da kullanımı incelenmiştir. Ardından Taberî, Zemahşerî ve Râzî’nin tefsirleri özelinde, zikredilen üç ayetin bağlamında, iğvâ ile ilgili yaptıkları yorumlar irdelenmiştir. Bu müfessirlerden Taberî ve Râzî, Ehl-i Sünnet’i temsil ederken; Zemahşerî de Mu‘tezile’yi temsil etmektedir. Bu çalışmada, mezkûr ayetlerin tefsiri bağlamında yapılan yorumlarda mezhebî mensubiyetin etkisi tespit edilmeye çalışılmış; diğer mezheplere yönelik tavır ve eleştirilerin tefsire yansıması incelenmiştir.
  • Öğe
    Necm Suresinde İ‘câzü’l-Kur’an
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Turabi, Mehmet Hadin
    Hz. Peygamber’in en muazzam mucizesi olanKur’an, belâğî incelikleri ihtiva eden mucizü’l-beyân bir kitaptır. Araştırmanın hedefi Necm suresinde âyetlerdeki maksut manaların birbirine olan ahenk ve intibakını sağlamada etkisi olan belâğî üslupları tespit etmek, suredeki farklı kelime kullanımlarını i‘câzü’l-Kur’ân açısından tahlil ederek açıklamaktır. Bu bağlamda üslubu, nazmı ve belâğî incelikleriyle Araplarda büyük bir etki yaratan mezkûr sure, müfessirlerin de dikkatini celp etmiştir. Bu sebeple çalışmamızda ilgili âlimlerin sureyle ilgili belâgat, fesahat ve i‘câz açısından görüşleri özetlenmeye çalışılacaktır. Âyetlerdeki taksimat, iltifat ve tekrarın duygulara olan hüsn-ü tesiri açıklanacaktır. Ayrıca Kur’an nazmının maksut manaları ifade etmede bazı kelimeleri seçmesindeki sebep ve hikmetlere değinilecektir. Şüphesiz Kur’an-î tabirin güzelliği muhatapların ruhlarına derin nüfuz ederek Allah’ın emirlerine sımsıkı bağlanmalarını sağlamıştır. Dolayısıyla inanıp emirlerini harfiyen yerine getirdikleri Allah’ın kelâmına tamamen teslim olmakla neticelenmiştir. Söz konusu sure üstün vasıfları kendinde barındıran i‘câzü’lKur’an’ın eşsiz bir örneğidir.
  • Öğe
    Kur’an’a göre tebliğ ve tebliğcinin konuşma üslûbu
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Yeşil, Recep
    İnsanlığın oluşumundan bugüne kadar süregelen tebliğ, Allah’ın, insanların hem dünya hem de ahiret mutluluğuna ulaşabilmeleri için göndermiş olduğu ilahi mesajın insanlara iletilme faaliyetine verilen isimdir. Tebliğ mücadelesinin en önemli isimleri şüphesiz Allah’tan aldıkları mesajları diğer insanlara ulaştırmaya gayret eden peygamberlerdir. Bu makalede Peygamberlerin tebliğ mücadelesini sürdürürken kullandıkları sözler ve konuşma üslûpları, genelde bütün Müslümanlar için özelde ise tebliğ faaliyetini sürdüren kişiler için oldukça önemli olduğu vurgulanmıştır. Bu doğrultuda söylenen sözün tesirini artırabilmek ve tebliğde başarıya ulaşabilmek için nasıl konuşulması gerektiği ortaya konulmuştur. Burada hem tebliğin ne olduğunu hem de tebliğde kullanılan dilin nasıl olması gerektiğini bilmek, Allah’ın dinini diğer insanlara ulaştırma noktasında vazifeli kişiler için olmazsa olmaz bir argümandır. Tebliğin ne anlama geldiğini bilmek ve tebliği insanlara ulaştırırken nasıl bir dil kullanılması gerektiği makalemizin asıl konusudur.
  • Öğe
    Tercüme faaliyetleri ve Mu’tezilî oluşuma etkisi -Felsefî Düşüncenin İslam kelamına dahil olması bağlamında bir değerlendirme
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Eker, Nazlı
    Tercüme faaliyetleri İslam coğrafyasının genişlemesi ve köklü medeniyetlerin kültürel birikimleriyle karşılaşılması sonucu ortaya çıkmıştır. Emevîler döneminde bireysel düzeyde gerçekleştirilen tercümeler Abbâsîler döneminde kurumsal düzeye ulaşmıştır. Çünkü bilimsel çalışmalar ve tercüme faaliyetleri Abbâsî halifeleri tarafından önemli ölçüde desteklenmiş ve tercüme merkezi niteliğindeki Beytü’l-Hikme kurulmuştur. İslam coğrafyasında gerçekleştirilen tercüme faaliyetleriyle birlikte bilimsel çabalara yakın olan özellikle İran kökenli Müslümanlar yani mevâlî, Müslüman toplumda etkin ve belirleyici bir konum elde etmiştir. Mu’tezile kelamcılarının neredeyse tamamı mevâlîden oluşmaktadır. Özellikle Müslüman coğrafyanın dışındaki dinî-felsefî ve düşünsel yapılanmalara karşı Müslüman dinî kültürün itikadî/kelamî tercihlerini savunan Mu’tezile, tercüme yoluyla Müslüman kültüre dahil olan özellikle Yunan felsefesine ilişkin eserlerden yararlanma yoluna gitmiş ve bu eserleri görüşlerinin temellendirilmesinde değerlendirmiştir. Mu’tezile’nin kurucusu Vâsıl b. Atâ’nın görüşlerinde bile söz konusu felsefî kültürün etkisini görme imkânımız mevcuttur. Ancak Mu’tezile’nin gerçek anlamda sistematik felsefî kültürle tanışmasını, Mu’tezile kelamını da sistemleştiren Ebû’l-Huzeyl el-Allâf ile başlatmamız gerekmektedir. Sonraki süreçte ise Nazzâm söz konusu felsefî kültürü mu’tezilî yaklaşımları bakımından belki daha güçlü bir şekilde değerlendirme imkânı bulmuştur. Şu hâlde denilebilir ki Abbâsîlerin hilafeti devralmasıyla birlikte Mu’tezile’ye hem siyasî hem de bilimsel destek sağlanmıştır. Söz konusu bilimsel desteğin en önemli unsuru ise Yunan felsefî kültürüne ilişkin eserlerin sistemli bir çabayla tercüme ettirilmiş olmasıdır. Dolayısıyla Mu’tezilîler fikirlerini sistemleştirmek için ihtiyaç duydukları ortama kavuşmuştur. Böylece Abbâsî halifelerinin entelektüel yaklaşımı neticesinde İslam kelamında asırlar boyunca devam edecek olan aklî/felsefî tartışmalar ilk kez kurumsal düzeye ulaşmıştır.
  • Öğe
    Peygamber hanımlarının kıskançlıkları
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Kıranatlıoğlu, Mustafa
    Yüce Yaratıcı insanları doğru yola çağırmaları için tarih boyunca peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed, yaşadığı toplumun âdetine uygun olarak ve çeşitli hikmetlere binaen çok sayıda evlilik yapmıştır. Peygamber de peygamber hanımları da insandır, diğer insanların sahip olduğu huylar onlarda da vardır. Peygamber eşleri, özellikle kocalarının ilgisi ve sevgisi söz konusu olduğunda, birbirlerini kıskanmışlardır. Bu kıskançlık birbirlerinin aleyhinde konuşmaya ve davranmaya sebep olmuştur. Hz. Ayşe’nin kıskançlığı Hz. Peygamber’in diğer eşlerinden daha belirgindir. Bunda yaşının küçük olması ve Hz. Peygamber’in ilk hanımlarından (üçüncü eş) olması etkilidir. Hz. Peygamber’in kendisiyle ilgilenmesi ve güzel sözler söylemesi bazen yeterli olmamıştır. Sonradan gelen her kuma onu üzmüş ve kıskançlığını artırmıştır, bu durum onun diğer kadınlara karşı çoğu zaman sözlü bazen de fiili taarruzlarıyla neticelenmiştir. Gerek Hz. Ayşe’nin gerekse diğer kadınların kıskançlık etkisiyle yaptığı olumsuz davranışlar bazen Hz. Peygamber’i üzecek kadar artmış ve ayet inmesine sebep olmuştur. Tahrim suresinin ilk ayetleri Hz. Peygamber’in eşlerinin kıskançlığı ve Hz. Peygamber’in onlara verdiği tepki ile alakalıdır.
  • Öğe
    Şiî mezheplerde nikâh akdi ve boşanma
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Ekinci, Ahmet
    Bu çalışmada toplumunun en önemli kurumu ve yapıtaşı olan aile müessesesinin temelinin atıldığı evlilik sözleşmesinin gerçekleşmesi ve sonlandırılması üç Şiî mezhebi bağlamında karşılaştırılmalı bir şekilde ele alınacaktır. İnsanlık tarihi kadar eski olan aile müessesesi, bir kadın ile bir erkeğin kendi iradeleriyle tam ve sürekli bir yaşam ortaklığı kurmak üzere dini veya hukuki şartlara uygun olan bir sözleşmeyle kurulmaktadır. Eşler arasında yapılan bu sözleşme ile gerek eşlerin birbirine karşı, gerekse aile fertlerine karşı hak ve sorumlulukları tespit edilmiş, aile yapısının sağlam temeller üzerine oturtulması ve ailenin sağlıklı bir şekilde varlığını devam ettirmesi amaçlanmıştır. Yazılı hukuk kurallarının olmadığı dönemlerde evlilik sözleşmesi toplumun tabi olduğu örf ve adetler doğrultusunda gerçekleştirilmiş, sözlü kurallar ve toplumsal geleneklere bağlı olarak sürdürülmüş, eşler arasında baş gösteren anlaşmazlıklar yine bu kurallar çercevesinde çözüme kavuşturulmuştur. Evlilik sözleşmesinde, toplumsal hayatı düzenleyen ve toplumun işleyişini kolaylaştırmayı amaçlayan örf ile âdetlere uyulmaması durumunda uyarma, kınama gibi müeyyidelerin yanı sıra henüz yazılı hukuk sistemlerinin bulunmadığı bu dönemlerde birtakım cezai müeyyideler uygulanmıştır.
  • Öğe
    Ca‘ferilerin müvessak hadis anlayışı hakkında bazı tespit ve değerlendirmeler
    (Batman Üniversitesi, 2021-12-14) Kazan, Tahsin
    Şîa üst kavram olup altında birden fazla mezhep bulunmaktadır. Ehl-i sünnet’ten sonra en fazla müntesibi bulunan ekol; Ca‘feriyye/İsnaaşarriye/İmâmiyye koludur. İstisnalar olmakla birlikte tüm Müslümanlar, hadîsleri dînin ikinci kaynağı olarak kabul etmektedirler. Hadîs noktasında bu mezhebe mensup âlimler, ahbârî ve usûlî olmak üzere iki sınıfta mütalaa edilmektedir. Ahbâriler haberleri hiçbir tenkide tabi tutmadan olduğu gibi kabul ederler. Ehl-i sünnette zâhirî ekolü gibi bir anlayışı benimserler. Câ‘ferî/İmâmî âlimler hadîsleri; sıhhat açısından sahîh, hasen, müvessak ve zayıf olmak üzere dörtlü taksime tabi tutmaktadırlar. Hadîsin bu kısımlarından biri de müvessak hadîstir ki, Ehl-i sünnet veya Câ‘ferî olmayan kanallarla gelen rivâyetlerdir. Bu çalışmada Şîa’nın hadîsleri hüküm açısından taksimini ve bu taksimin bir nevi olan müvessak hadîsi ve kısımları ele alınacaktır. Ayrıca müvesssak hadîs ile kavî hadîs arasındaki münasebet de tahlil edilecektir. Her ne kadar Şîa, Ehl- beyt dışındaki râvilerden gelen rivayetlere karşı ihtiyatlı bir tavır ortaya koymuşsa da bütünüyle redd anlayışını benimseyip benimsemedikleri belirlenecektir. Şîa’nın muhaliflerden gelen rivâyetler konusunda geliştirdikleri bu anlayışın Müslümanlar arasında derinleşen ihtilafın çözümünde bir katkısının olup olmayacağını tahlil etmeye çalışacağız.