Arama Sonuçları

Listeleniyor 1 - 10 / 51
  • Öğe
    İzâkî ve yayımlanmamış Türkçe şiirleri
    (Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 2020-12-30) İçli, Ahmet
    İnsanların, kendini ifade etme ve çevresini tanıyıp tanımlama sürecinde oluşturduğu görsel, yazılı ve sözlü ürünler, çevresini nasıl gördüğü ve yaşadığına dair ipuçları barındırır. Tarihsel süreçte insanoğlu, duygu ve düşüncelerini yazıya dökmüş, kendini ve çevresini, dönemine ve geleceğe aktarmıştır. Türk edebiyatında birçok edip, eserlerini bugünlere miras bırakmıştır. Bunların birçoğuna ait bilgi ve belgeler incelenmiş bir kısmı da incelenmeyi ve gün yüzüne çıkarılmayı beklemektedir. Klâsik Türk Edebiyatı olarak da nitelendirilen Divan edebiyatı geleneğinde şiir yazanlardan biri İzâkî’dir. Hakkında, tezkirelerde ve diğer birinci derecede edebiyat kaynaklarında bilgi bulunmamaktadır. Ondan ancak tespit edilebilen ve incelenebilen mecmualardaki şiir örneklerinden hareketle haberdar olunmaktadır. Eldeki verilere göre onun, en erken 16.yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı söylenebilir. İzâkî’nin bazı şiirleri bir ansiklopedi maddesi ve bir akademik makale vasıtasıyla yayımlanmıştır. Ayrıca mecmuası üzerinde iki yüksek lisans çalışması vardır. Bazı şiir mecmualarında da ona ait şiir örnekleri tespit edilmiştir. İzâkî’nin tanıtımı ve ona ait mecmuasındaki şiirlerinin yayımlandığı çalışmanın devamı niteliğindeki bu makalede, şaire ait tespit edilen manzumelerin Latin harflerine aktarımları yapılacaktır. İncelemede İzâkî’nin, yirmidört (24) yeni şiiri bulunmaktadır. Bu şiirler, Kasımî’nin Bahru’l-Maarif’inde geçmektedir. Bunlar arasında şairin Farsça bir gazeli de vardır.
  • Öğe
    Nef’î’nin şiirlerinde narsisizmin yansımaları
    (ISPEC Publishing, 2020-02) Bozkurt, Kenan; Yalçın, İdris
    Edebî eserlere psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşıp bu eserleri psikanalitik yöntemle tahlil etmek Freud’la başlamış ve sonraki psikologlar tarafından geliştirilmiştir. Psikanilitik eleştiri yöntemi sayesinde sanatçıların hayatlarından hareketle bilinçdışının derinliklerine inilmiş ve oradan hareketle edebi eserlerin oluşum süreci hakkında saptamalarda bulunulmuştur. Edebî eserde dile getirilenler bu yöntemle analiz edilmiştir. Bu analizlerde narsizmin önemli bir yeri vardır. Günümüzde kişiliğin tespitinde kullanılan “narsisizm” adını Yunan mitolojisinde sudaki yansımasını görünce o yansımaya, yani kendi kendine âşık olan, ona ulaşmak için suya düşüp boğulan genç ve yakışıklı Narkisos’tan alır. Kişinin kendisindeki eksikliklere karşı geliştirmiş olduğu bir tür savunma mekanizması olan narsisizm kişinin tüm ilgiyi kendisinde toplama gayesidir. Klasik narsist kişilik özellikleri, şiirlerde tefahür olarak karşımıza çıkmaktadır. Klasik şairlerin kendileri ile övünmelerini tefahür, temeddüh, enaniyet, benlik kavramlarını kullanarak ifade etmek mümkünse de söz konusu övünme olunca divan şairleri arasında Nef’î kadar ileri giden megaloman tavrını bu denli yüksek perdeden dile getiren olmamıştır. Şairin kendini tüm şairlerden üstün görmesi ve sanatıyla övünüp kendini dev aynasında görmesi, narsist kişiliğin en temel özelliklerindendir. Bu bağlamda fahriyleriyle ön plana çıkan Nef’î, narsizmin tüm özelliklerinin kendisinde tezahür ettiği bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kişilik bozukluğu olan narsisizmin Nef’î’nin şiirlerine yansımasının nedenlerini erken çocukluk dönemlerinde aramak gerekir. 17. yüzyıl şairi olan Nef’î’nin şiirleri her ne kadar psikanalizin ortaya çıkıp gelişmesinden önceki asırlarda yazılmış olsa bile bu şiirleri, narsisizmi baz alarak okumak ve tahlil etmek mümkündür. Bu çalışmada Nef’î’nin şiirleri, psikanalizin çalışma alanı içerisinde yer alan “narsisizm” baz alınarak şiirlerin tahlil edilmesi amaçlanarak Nef’î’nin hayatından, kişiliğinden ve şiirlerinden hareketle narsist yönü ortaya konmaya çalışılacak ve tavırlarındaki tutarsızlığın psikolojik nedenleri üzerinde durulacaktır
  • Öğe
    Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr hakkında bir bibliyografya denemesi
    (Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Dergisi, 2019-12-10) Bozkurt, Kenan
    14. yüzyılın önemli şair ve nasirlerinden olan, doğuştan kör olduğu için kaynaklarda kendisinden Darîr/Gözsüz diye bahsedilen Mustafa b. Yûsuf b. Ömer ed-Darîr el-Erzeni’r-Rûmî, Türkçenin konuşulduğu Anadolu, Suriye, Mısır gibi değişik coğrafyalarda hayatını sürdürmüştür. Erzurum’da doğup burada yetiştiği için “Erzurumlu” olarak anılmaktadır; ancak onun hayatı hakkındaki bilgilerimiz, kaynak eksikliğinden dolayı oldukça sınırlı olup kendisinin eserlerinde verdiği sınırlı bilgiden ibarettir. Yazdığı eserlerle tanınan Darîr, özellikle Kıssa-yı Yûsuf ve Sîretü’n-Nebî adlı eserleriyle kendinden sonra yetişmiş ve bu alanda eser vermiş şairleri etkilemiştir. Bu anlamda Darîr’i Anadolu’da teşekkül eden İslam etkisindeki Türk edebiyatının kurucu şahsiyetlerinden biri olarak görmek gerekmektedir. Onun bu önemi, yazdığı eserlerde de kendini göstermekte olup eserleri, Türk nesir dilinin şekillenmesindeki etkisinden dolayı bu alanda çalışma yapacaklar için bir hazinedir. Eserlerinin dil tarihi araştırmalarında sahip olduğu özellikten ötürü yerli ve yabancı birçok araştırmacının dikkatini çekmiş ve eserleri üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Bu çalışmamız, son zamanlarda bilimsel alanlarda gittikçe ihtiyaç duyulan bibliyografya çalışmalarına katkı sunmak amacıyla Kadı Darîr ve eserleri üzerinde yapılan çalışmaların bir kaynakça tasnifini içermektedir. Bu amaçla da Darîr ve eserleri üzerinde yapılan kitap, tez, makale, bildiri, ansiklopedi maddeleri, edebiyat tarihleri vb. çalışmaların kaynakça tasniflerini içermekte olup bir bibliyografya denemesi olarak hazırlanmıştır.
  • Öğe
    Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı romanında evde olmak / olmamak
    (Journal of Turkish Studies, 2014-01) Korkmaz, Ferhat
    Nar Ağacı Nazan Bekiroğlu’nun 2012 yılında Timaş Yayınları arasında çıkan romanıdır. Romanda, köken arayışını yönelen anlatıcı, anneanne ve dedesinin bir araya gelişlerinin izini sürer. Köken arayışı, eserin felsefi atmosferinin oluşmasına olanak tanımıştır. Romandaki anlatıcı “giz”i araştırır. Kullandığı çeşitli ve dinamik anlatım yöntemleriyle arkeolojik bir gezintiye çıkar, şehir ve medeniyetleri bir kavşakta birleştirir, anlatısal bir orman inşa eder. Doğu İran’ın Taht-ı Süleyman kentinden gelen Settarhan’ın öyküsü ile Trabzon’da yaşayan ve Rus işgali sonrasında bir süre şehirden ayrılmak zorunda kalan Zehra’nın simetrik öyküsünün işlendiği romanda, evlerinden ayrılmak ve göç etmek zorunda kalan kahramanların yaşamı ele alınmıştır. Romanda, Trabzon, anlatıcı ve kahramanların evidir, yahut evi haline gelir. Bu çerçevede evin dışına çıkan tekinsiz bir dünyaya atılır. Kendini bulabilmesi ve eve ulaşabilmesi için belli mücadeleler veren karakterler, varoluşlarını yeniden gerçekleştirmek zorunda kalırlar. Romanın fonunda, Osmanlı tarihinin en yoğun savaş dönemi olan Balkan Savaşlarından Birinci Dünya Savaşına uzanan yıkılış öyküsü vardır. Romanın fonundaki bu atmosferde cepheler, sürgünler, salgın hastalıklar, kitlesel ölümler işlenmiştir. Söz konusu fon nedeniyle kahramanlar yeni var oluşlar belirlemek, kendilerini gerçekleştirmek zorunda kalır. Ev, romanda merkezde duran bir anlatı ve varoluş aracıdır. Çalışmamızda, Freud’un üzerinde durduğu ve Heidegger’in felsefi olarak ele aldığı evde olmak (heimlich) ve evde olmamak (unheimlich) kavramları açısından bir değerlendirme yapılacaktır.
  • Öğe
    Nef’î’nin şiirlerinde narsisizmin yansımaları
    (ATLAS Journal International Refereed Journal On Social Sciences, 2020-02-20) Bozkurt, Kenan; Yalçın, İdris
    Edebî eserlere psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşıp bu eserleri psikanalitik yöntemle tahlil etmek Freud’la başlamış ve sonraki psikologlar tarafından geliştirilmiştir. Psikanalitik eleştiri yöntemi sayesinde sanatçıların hayatlarından hareketle bilinçdışının derinliklerine inilmiş ve oradan hareketle edebi eserlerin oluşum süreci hakkında saptamalarda bulunulmuştur. Edebî eserde dile getirilenler bu yöntemle analiz edilmiştir. Bu analizlerde narsizmin önemli bir yeri vardır. Günümüzde kişiliğin tespitinde kullanılan “narsisizm” adını Yunan mitolojisinde sudaki yansımasını görünce o yansımaya, yani kendi kendine âşık olan, ona ulaşmak için suya düşüp boğulan genç ve yakışıklı Narkisos’tan alır. Kişinin kendisindeki eksikliklere karşı geliştirmiş olduğu bir tür savunma mekanizması olan narsisizm kişinin tüm ilgiyi kendisinde toplama gayesidir. Klasik narsist kişilik özellikleri, şiirlerde tefahür olarak karşımıza çıkmaktadır. Klasik şairlerin kendileri ile övünmelerini tefahür, temeddüh, enaniyet, benlik kavramlarını kullanarak ifade etmek mümkünse de söz konusu övünme olunca divan şairleri arasında Nef’î kadar ileri giden megaloman tavrını bu denli yüksek perdeden dile getiren olmamıştır. Şairin kendini tüm şairlerden üstün görmesi ve sanatıyla övünüp kendini dev aynasında görmesi, narsist kişiliğin en temel özelliklerindendir. Bu bağlamda fahriyeleriyle ön plana çıkan Nef’î, narsizmin tüm özelliklerinin kendisinde tezahür ettiği bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kişilik bozukluğu olan narsisizmin Nef’î’nin şiirlerine yansımasının nedenlerini erken çocukluk dönemlerinde aramak gerekir. 17. yüzyıl şairi olan Nef’î’nin şiirleri her ne kadar psikanalizin ortaya çıkıp gelişmesinden önceki asırlarda yazılmış olsa bile bu şiirleri, narsisizmi baz alarak okumak ve tahlil etmek mümkündür. Bu çalışmada Nef’î’nin şiirleri, psikanalizin çalışma alanı içerisinde yer alan “narsisizm” baz alınarak tahlil edilmesi amaçlanarak Nef’î’nin hayatından, kişiliğinden ve şiirlerinden hareketle narsist yönü ortaya konmaya çalışılacak ve tavırlarındaki tutarsızlığın psikolojik nedenleri üzerinde durulacaktır.
  • Öğe
    Yusuf Sünbül Sinan'ın dinî tasavvufi eseri (giriş-dil incelemesi-metin- dizin)
    (Littera Turca Journal of Turkish Language and Literature, 2021-01-31) Tuğluk, Mehmet Emin
    Türkçenin tarihi dönemlerinden olan Eski Anadolu Türkçesi ile kaleme alınmış birçok eser günümüze ulaşmıştır. Bu eserler içerik olarak farklılıklar göstermekle birlikte dinî, tasavvufî konulu eserlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Dr. Burhan BARAN tarafından kaleme alınan Yusuf Sünbül Sinan’ın Dinî Tasavvufi Eseri bunlardan biridir. Eser Giriş, Dil İncelemesi, Metin ve Dizin olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır.
  • Öğe
    Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarındaki kadınların bâtıl inançlar karşısındaki tutumu
    (Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 2017-12) Duran Oto, Elif
    1864-1944 yılları arasında yaşayan Hüseyin Rahmi Gürpınar, pek çok edebî türde eser kaleme almış olsa da romancı kimliğiyle öne çıkan bir isimdir. 41 roman kaleme alan Hüseyin Rahmi Gürpınar, roman tarihimizde Ahmed Midhat Efendi geleneğine bağlı olarak eserler vermiş, onun gibi konusunu halkın hayatından almış ve yine halkı eğitmeyi hedeflemiştir. Bu sebeple romanlarında yerli hayatı yansıtan pek çok sahneye rastlanır. Gürpınar, alafranga merakı ve yanlış Batılılaşma anlayışının doğurduğu olumsuz sonuçları, halk arasında yaygın olan ve bilhassa kadınlar arasında bir çare olarak sığınılan bâtıl inançları, eğitimsizlik ve cehaleti, tespit ve teşhir ederek bunların düzeltilmesine çalışmış, bunlarla ilgili tekliflerini okuyucuyla paylaşmıştır. “Hâce-i Sâni” diye de anılan Hüseyin Rahmi Gürpınar, eğitimsiz kitlelere eserleri vasıtasıyla ulaşırken, bâtıl inançların toplumdaki yerleşikliğine, bu inançların temelsizliğine ve zararlarına dikkat çekmeye çalışmıştır. Aslı ve gerçekliği olmayan, gözlemlenemeyen bir takım ritüellerin toplamı “bâtıl inanç” kavramıyla karşılanmaktadır. Hüseyin Rahmi Gürpınar, romanlarında bâtıl inançlar konusuna geniş yer verirken, natüralist çizgide yazan bir yazar olarak da bu inançların kanıtlanamayan, gerçekliği yansıtmayan yönünü ortaya koymaya çalışmıştır. Romanlarda bu inançların yaygınlığı ve yerleşikliği eğitimsizlikle açıklanır. Bu inançların pek çoğu kadın karakterlerin ekseninde okuyucuya verilmektedir. Romanlarda sıklıkla karşılaştığımız bâtıl inanç örnekleri; fal baktırma, büyü ve muska yaptırma, kurşun döktürme, albasması inancı, halk hekimliği adı altında yapılan yanlış uygulamalar, doğaüstü varlıklara olan inanışlar, birtakım kavramların ve eylemlerin uğursuz kabul edilmesidir. Yazarın bu konuya en çok temas ettiği romanları ise Tesâdüf, Gulyabani, Cadı, Hakka Sığındık, Muhabbet Tılsımı, Şeytan İşi, Dirilen İskelet, Ölüler Yaşıyor mu? adlı yapıtlarıdır.
  • Öğe
    Rûhî’nin Düvâz-Nâmesi
    (Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, 2020-03-03) İçli, Ahmet
    İnsanoğlu, yazılı ve sözlü ifade araçlarıyla hayata dair birçok olay ve olguyu dile getirmektedir. Edebiyat sanatı da bir yönüyle bu ifade araçlarından biridir. Klâsik Türk edebiyatı, hayatın her alanı ile ilgili birçok konuyu işleyen ve konu yelpazesi geniş olan bir edebiyattır. İnsanlığa ve yaşama dair hemen hemen her konuyu bu edebiyatın içinde bulmak mümkündür. Türk İslam ve Türk Tasavvuf edebiyatında din büyüklerini özellikle Hz. Peygamber, dört halife ve Hz. Peygamberin ehl-i beytini konu edinen birçok eser bulunmaktadır. Bu eserler manzum veya mensur olabilmektedir. Bunların bir kısmı müstakil birer kitap olabilirken bir kısmı da şairlerin divanlarında farklı nazım şekillerinde yazılan şiir örnekleri olarak görülebilmektedir. Türk edebiyatında Alevilik ve Bektaşilik geleneğinin tarihi ve kültürel değerleri temelinde kaleme alınmış eserler bulunur. Hz. Peygamberin ehl-i beytini konu edinen bu eserlerin başında Maktel-i Hüseyn içerikli eserler gelmektedir. Bununla birlikte Hz. Fatıma ve Hz. Ali’yi anlatan eserleri ve metinleri de görmek mümkündür. Ehl-i beyti konu edinen eserlerden bir kısmı Düvazdehnâme, Düvâznâme olarak bilinir. Bu tür eserlerde, Hz. Peygamberin ehl-i beytinden olup Şii gelenekte On iki İmam olarak kabul edilen din büyüklerine dair bilgiler bulunur. Bu metinlerde Ehl-i Beyt İmamlarına olan sevgi ve övgülere yer verilir. Türk edebiyatında Düvâznâme kaleme alan şairlerden biri de Rûhî’dir. Metin, bir mecmuada, Rûhî’ye atfen verilmiştir. Kesin olmamakla birlikte mecmuada, şiirin Bağdatlı Rûhî’ye ait olabileceğine dair bazı ipuçları mevcuttur. Bu çalışmada Arap harfli yazma şiir mecmuasındaki manzum Düvâznâme metni Latin harflerine aktarılacak, eserin muhtevası üzerinde değerlendirmede bulunulacaktır.
  • Öğe
    Bâkî’nin şiirlerinde tasavvuf, aşkın ezelî boyutu ve güzellik
    (Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2017-12) Bozkurt, Kenan
    Türk edebiyatının en büyük şâirlerinden biri olan ve döneminde “sultânü’ş-şuarâ” olarak kabul edilen Bâkî’nin sahip olduğu şöhret, günümüzde de devam etmektedir. Şâirin sahip olduğu bu şöhretten dolayı gerek edebiyat tarihlerinde gerek müstakil çalışmalarda kendisine özel bir yer ayrılmıştır. Ancak Bâkî üzerine yapılan birçok çalışmada hakkında verilen hükümler birbirini tekrarlar mahiyette olduğundan şâirin birçok yönünün gölgede kalmasına neden olmuştur. Şâirin gölgede kalan/bırakılan yönlerinden biri de onun şiirlerinde yer alan tasavvufî boyuttur. Şâir, bu boyutu genel itibariyle aşk ve güzellik üzerinden ele almıştır. Ancak Tanzimat’la beraber düşünce dünyamızda yaşanan değişim, aşk ve güzelliğe yüklenen anlam da değişmiştir. Bu değişim şâirin ele aldığı aşk ve güzellikle bizim ele aldığımız aşk ve güzellik arasında anlamsal olarak bir kopukluğun ve ayrışmanın yaşanmasına neden olmuştur. Bu kopukluk ve ayrışma, ister istemez şâirin şiirlerinin doğru bir şekilde anlaşılmasını engellemiştir. Günümüzde karşı cinslerin birbirine duyduğu sevgiyi karşılayan aşk, tarih boyunca neliği ve kaynağı sürekli tartışılmış, tamamen beşerî bir duygu olarak ele alındığı gibi, ilahî nefhanın bir parçası olarak da kabul görmüştür. Özellikle ezoterik düşüncenin savunucuları, aşkı ilahî nefhanın bir parçası kabul etmiştir. Klasik şiirin en büyük şâiri olarak kabul gören Bâkî’nin eserleri üzerinde çalışma yapanlar, genel olarak şâirin şiirlerinde işlediği aşkı beşerî boyutta ele almış ve bu aşkın tasavvufla olan bağlantısını görmezden gelmiştir. Ancak şâirin şiirlerinde aşk, gündelik anlamıyla ele alındığı gibi beşeri aşan, aşkın/transandantal bir boyutla da ele alınmıştır. Özellikle bazı şiirlerinde aşk, varoluşu aşan, yaratılışla başlayan ve ilahî kudrete duyulan bir duygu olup ezelî bir nitelik taşır ve aşkın maddî varoluştan önce olduğu görülür. Şâirin aşkı bu anlamda ele alması, onun aşka yüce bir anlam yüklediğinin de göstergesidir. Bu anlamda şâir, aşkı sadece bir duygu olarak değil, ontolojik ve epistemolojik bir olgu olarak ele alır. Zira şâirin aşka yüklediği ezelî boyut ve aşkın varoluşun asıl gayesine dönüşmesi, aşkın bir bilgi edinme yöntemi olarak görülmesini sağlar. Bu da “İnsanın Tanrı’ya ancak aşkla ulaşabileceği” düşüncesinin bir tezahüründen ibarettir. Bâkî, güzelliği de bu aşkın bir parçası olarak ele alır ve bu bilgi edinme sürecinde güzelliği temel unsur olarak görür. Şâir, tasavvufta sıkça tekrarlanan “Küntü kenzen mahfiyyen/Ben gizli bir hazineydim.” hadisinden hareketle bilinmeyi aşk olarak kabul eder ve güzelliği de bu aşkın ortaya çıkmasını sağlayan Allah’ın cemâl sıfatı olarak tanımlar. Bâkî, Tanrı’nın insanı kendi suretinden yarattığı ve insanın güzelliğini tecellî yoluyla ondan aldığı düşüncesinden hareketle âlemdeki her türlü güzelliği Allah’ın güzelliğinden bir cüz olarak görür. Şâire göre idrak sahibi insanlar, bu güzelliği temâşâ ederek cüzden külle ulaşması mümkündür. Ancak, insan maddî dünyaya inmeden önce her ne kadar ilahî güzelliği temâşâ ederek aşka tutulmuş olsa da maddî boyuta büründükten sonra ezel bezminde temâşâ ettiği güzelliği unutmuştur. İnsan, maddî boyutta bu güzelliği tam olarak hatırlamasa da onda var olan güzellik imgesi, onu gördüğü her güzelliğe meylettirir. Bu yüzden insan gördüğü her maddî güzelliğe tutularak ona meftun olur. Bu anlamda cüz, olgunluğa ermemiş âşık için külle varmada bir engeldir. Âşık, cüzden kurtulmak için, diğer bir deyişle maddî boyutun ardında gizli olan ilahî boyutu idrak edebilmek için kalp gözünün açılması gerekir. Kalp gözünün açılması da ancak aşk ile mümkün olduğundan aşk epistemolojik ve ontolojik bir boyuta bürünerek karşımıza çıkar ve aşk, Bâkî’nin şiirinde mutlak olana ulaşmada “ezel”den insana yoldaş olmuş bir rehbere dönüşür. Aşka ve güzelliğe şâirin yüklediği ontolojik ve epistemolojik anlamı dikkate aldığımızda Bâkî’nin divanında ele aldığı aşkın ve güzelliğin iddia edildiği gibi tasavvuftan uzak, maddî boyutta olmadığı, aksine aşk ve güzelliğin tasavvufî bir boyut taşıdığını göstermektedir. Bu çalışmamızda Bâkî’nin ele aldığı aşk ve güzellik meselesini ele alıp aşk ve güzelliğin ilahî olan boyutunu irdelemeye çalışacağız.
  • Öğe
    Necâtî Bey’in kasidelerinde hâmî ve caize arayışı
    (ASOS Journal Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2020-02-29) Bozkurt, Kenan; Yalçın, İdris
    Klasik şairlerin devlet ricaline yakın olma ve edebî faaliyetlerini bu şahsiyetlerin himâyesinde devam ettirip kendilerine bu şekilde bir statü elde etmek istemeleri, Ortaçağ Doğu ve Batı dünyasında kabul gören bir geleneğin parçasıdır. Başkentler, saraylar, devrin ileri gelenlerinin konakları, şair-hâmî ilişkilerinin en sık yaşandığı yerler olmuştur. Ancak Doğu dünyasında peygamberin Ka’b bin Züheyr’in yazdığı ve Kaside-i Bürde olarak bilinen şiir karşılığında kendisine hırkasını hediye etmesi, şaire hediye verilmesinin sünnet addedilmesini ve dinsel bir formasyon kazanmasını sağlamıştır. Sanatçı, eserini iktidara sunarak makam, mevki, caize ve şöhret elde ederken iktidar sahipleri de iktidarlarını bu sayede geniş halk kitlelerine yayma fırsatı yakalardı. Bu anlamda şairin hâmîsine sunduğu eser, salt caize elde etme amacından daha öte anlamlar ifade etmektedir.15. yüzyılın önemli şairlerinden Necâtî Bey’in de hayatında hâmîlik izlerini ve kasidelerini sunduğu devlet ricalinden caize talep ettiğini görmek mümkündür. Şairin kasidelerini baz alarak şairin himâye ve caize talebini ortaya koymak bu çalışmanın ana eksenini oluşturmaktadır