Arama Sonuçları

Listeleniyor 1 - 10 / 176
  • Öğe
    Atatürk ve milletin efendisi: köylü
    (Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2014) Yaşar, Selman
    Atatürk Milli Mücadeleye başlarken elinde silah, cephane, asker vb. hiçbir şey yoktu. Ülke işgal edilmeye başlandığı zaman, Samsun’a çıktığında dayandığı tek güç Türk Milletiydi. Milli Mücadele O’nun önderliğinde kazanıldı ve Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Ancak asıl mücadele bundan sonra başlıyordu. Türk Milleti genciyle yaşlısıyla, kadını erkeğiyle, köylüsü, şehirlisiyle Atatürk’e destek oldu. Atatürk Türk milletine, özellikle Türk köylüsüne büyük bir sevgi duyardı. Türk köylüsünün zaferden sonra hak ettiği yere gelmesi için uğraştı. Atatürk’e göre milletin efendisi olan köylü, efendi seviyesine getirilinceye kadar çalışılmalıydı. Bu sağlandığı zaman ülkenin de yükseleceğini biliyordu. Yaşamı boyunca bu amacını gerçekleştirmek için gayret etti. Köylünün ilerlemesine engel olan vergileri kaldırdı, onun toprak sahibi olmasına çalıştı. Üretimin arttırılması için gerekli tedbirleri aldı. Bunun yanında köylünün eğitimiyle de ilgilendi. Atatürk’ün bu çalışmaları sonucu Türk köylüsü hak ettiği yere geldi. Bu makalede Atatürk’ün Türk köylüsüne verdiği önem ele alınmıştır.
  • Öğe
    Atatürk ve çocuk eğitimi
    (Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2014) Yaşar, Selman
    Kurduğu cumhuriyeti koruma görevini gençliğe bırakan Atatürk, gençliğin başlangıç evresi olan çocukluk döneminin birey için öneminin faı·kındaydı. Çocukların iyi yetiştirilmesinin sağlam bir toplum oluşturulması açısından gerekli olduğunu bilen Atatürk, onların yetişmesinde ailenin, okulun ve öğretmenierin önemli bir yer tuttuğunu belirtmiştir. Atatürk, ailelerin çocuklarını yetiştirirken onları yarının büyükleri olarak görmelerini istiyordu. Atatürk' e göre okul çocuğun yetişmesinde birinci derecede rol oynamaktay dı. Öğretmenierin yeni neslin yetiştirilmesinde önemli bir görevi olduğunu bilen Atatürk, öğretmenierin görevinin sadece okulla sınırlı olmadığını söylemiş ve okul dışında da öğrencilerinin yetişmesiyle ilgilenmesi gerektiğini belirtmiştir. Atatürk, çocukların yetiştirilmesinde izlenecek yolun akıl ve bilim olduğuna inanıyordu. Atatürk, Türk çocuklarının sadece müsbet bilimlerde değil, aynı , zamanda sanatta, sporda vb. her alanda kendilerini en iyi şekilde yetiştirmeleri gerektiğini söyle miştir.
  • Öğe
    Basındaki bilgiler ışığında ilk kadın Milletvekillerimizden Trabzon Milletvekili Seniha Hızal ve Meclis’teki Faaliyetleri
    (Karadeniz İncelemeleri Dergisi, 2020-04-30) Yaşar, Selman
    Türk Milletinin çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkması için bir çok yenilik gerçekleştiren Atatürk, Türk kadınının Cumhuriyet idaresinde hak ettiği yeri elde etmesi için çalışmıştır. 1926 yılında Medeni Kanun’la yeni haklar edinen, 1930’da Belediye seçimlerine katılma, 1933’te Muhtar seçilme hakkını alan Türk kadını, Atatürk’ün önderliğinde, 5 Aralık 1934 tarihinde kabul edilen kanunla milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanmıştır. 8 Şubat 1935 tarihinde yapılan V.Dönem seçimlerinde 18 kadın milletvekili seçilerek TBMM’ne katılmıştır. Kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanması, sonrasında yapılan seçimler, ilk kadın milletvekillerinin seçimleri ve TBMM’ndeki çalışmaları kamuoyunda büyük yankı yapmıştır. Dönemin gazeteleri yaptıkları haberlerle ilk kadın milletvekilleri ve TBMM’ndeki çalışmalarıyla ilgili olarak halkı aydınlatmışlardır. Bu milletvekillerinden biri de Seniha Hızal’dır. Seniha Hızal, V.Dönem (1935-1939) Trabzon milletvekilliği yapmıştır. Seniha Hızal, milletvekilliği döneminde yaptığı çalışmalarıyla TBMM’ne giren diğer 18 kadın milletvekili gibi Atatürk’ün Türk kadınına olan güvenini boşa çıkarmamıştır.
  • Öğe
    Birinci Dünya Savaşı’ndan Milli Mücadele’ye Lice kazası
    (Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2021-03) Özteke, Fahri
    Coğrafi konumu nedeniyle Lice, tarihin en eski dönemlerinde olduğu gibi Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında da kritik öneme sahip bir belde olmuştur. Lice’den yola çıkarak Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale, Kafkas, Suriye-Filistin, Irak-Basra ve Hicaz-Yemen Cephelerindeki çarpışmalara katılanların sayısı hiçte az değildir. Bölge, tarihin en kaotik zamanlarından birini yaşarken vatansever Liceliler, yanı başındaki Bingöl, Bitlis ve Muş’un işgaline karşı da kayıtsız kalmamışlardır. Türk vatanının kurtuluşu için amansız bir direniş örneğinin sergilendiği Milli Mücadele yıllarında ise, bin bir zorlukla baş etmeye çalışan Liceliler ellerinden geldiği ölçüde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının yanında yer almışlardır. İlçe merkezinde oluşturulan zararlı yapılanmaya karşın milli bir örgüt kurulamamıştır. Ancak Lice halkı, Diyarbakır eşrafı ve bürokratlarının tesis ettiği milli-dini organizasyonlara destek vermişlerdir. Dönemin İlçe Müftüsü Ankara fetvasını imzalayarak örnek bir duruş sergilemiştir. Aralıksız devam eden savaşlardan yılan Liceli askerlerin bir bölümü ordudan firar etmişlerdir. Bu yüzden Milli Mücadele sürecinde Lice ve çevresinde asayişin sağlanması hayli zor olmuştur. Hani ve Kulp yörelerinde prestij sahibi bazı kişilerin ulusal direniş lehine çağrıda bulunmaları firarilerin sayısını biraz da olsun azaltmıştır. Liceliler, özellikle El-Cezire ve Batı Cephelerinde milli birliklerin yanında yer alarak düşmana karşı direnç göstermişlerdir
  • Öğe
    II. Dünya Savaşı yıllarında kamusal alana yönelik din hizmetleri
    (İksad Publications House, 2018-02-15) Özteke, Fahri
    Cumhuriyet tarihimizin en zor dönemlerinin başında II. Dünya Savaşı yılları gelmektedir. Ekonomik, askeri ve siyasi açıdan ülke olarak çok zor bir süreçten geçilmiştir. Yaşanan sıkıntılar sosyal alanda da kendisini hissettirmiştir. Böyle hassas bir dönemde din hizmetlerinin düzenli yürütülmesi meselesi sıklıkla gündeme gelmiştir. Fakat bu konuda yaşananlarla ilgili yapılmış bilimsel çalışmaların sayısı da oldukça azdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, II. Dünya Savaşı yıllarında yurttaşları üzerinde din hizmetlerinin aksamadığı intibahı meydana getirmeyi esas politikalarından biri olarak kabul etmiştir. Bu yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı eskiye nazaran daha aktif bir rol oynamıştır. Devlet bu dönemde gerçekleştirmek istediklerini halka anlatmak için camileri adeta bir üs olarak kullanmıştır. Milli ekonominin güçlenmesini temin etmek maksadıyla hutbelerde yerli malı kullanımı teşvik edilmiştir. Atatürk Dönemi’nde uygulamaya başlanan ana dilde ibadet edilmesi projesine sadık kalınmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı, köy enstitülerinin işlevinin tam olarak anlatılması ve kız çocuklarının eğitim düzeylerinin yükseltilmesi konusunda ortak çalışmalar yapmışlardır. Ancak İsmet İnönü ve hükümet yetkilileri özellikle dış politikada hayati meseleleri çözüme kavuşturmaya çalışırken dinsel alana dair yapılan müspet gayretleri halka tam olarak duyuramamışlardır. 1926-1949 yılları arasında çeşitli nedenlere bağlı olarak 2815 cami ve mescidin satışının yapılmasına karşın, 1942-1945 yılları arasında ise tarihi öneme sahip 100 kadar caminin tadilatı gerçekleştirilmiştir. Aynı süreçte güvenlik ve konaklama gerekçesiyle camilerin başka şekilde kullanılması ile ilgili ise kamuoyu yeterince bilgilendirilmemiştir. Kişisel uygulamalardaki hataların yol açtığı yanlış anlaşılmalar, halkın inançlarına yönelik bazı isteklerin koşullar gereği dikkate alınmayışı ve mali zorluklar din hizmetleri konusunda bu döneme özgü olumsuz bir algının meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Özellikle din görevlisi sayısındaki yetersizlik kamuoyunda ciddi rahatsızlıklara neden olmuştur. Bu yaşananların resmi bir kanalla devlet erkânına iletilmesi ise ilk defa 1945’te Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla yapılmıştır. Dönemin hükümeti yapılan bu ihtara karşı olumsuz bir refleks göstermediği gibi eleştirileri dikkate değer bulmuştur.
  • Öğe
    Olcaytû Han döneminde İlhanlı vezirleri ve devlet içerisindeki rolleri
    (Universal Journal of History and Culture, 2019-10-24) Gördeğir, Ercan
    XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde tarih sahnesinde aktif rol oynamaya başlayan Moğollar yapılan büyük istilalar sonucunda kısa sürede geniş coğrafyalarda hüküm süren büyük bir devlet kurdular. Bu durum ele geçirilen yerlere uygun politika ve icraat yürütmek zorunluluğunu da beraberinde getirdi. Zira göçebe medeniyetine uyumlu olan askeri-sivil karmaşık sistemi, büyük şehir ve arazi dayalı iktisadi sistemine bağlı yerleşik milletler için uygun değildi. 1256 yılından itibaren İlhanlı Devleti’nin hükümdar ve yöneticileri tebaasıyla uyum içinde yaşamanın çözüm yollarını aradılar. Bu çözüm yollarından en önemlisi ise uzun zamanlardan beri devlet yönetimi içinde bulunan ve yerleşik kültürün bütün dinamiklerinden haberdar olan İran’ın güçlü ve köklü ailelerinden istifade etmek oldu. Olcaytû Han dönemine damgasını vuran başlıca devlet adamları onun vezirleri Saadeddin Savecî, Reşîdüddîn Fazlullah ve Hâce Tâcüddin Ali Şâh Gîlânî’dir. Bu vezirlerin her biri devlet idaresinde son derece becerikli kişilerdi. Adı geçen İlhanlı vezirleri hükümdarı etkileme yarışında her yolu mubah görmüş ve kendi aralarında amansız bir mücadeleye girmişlerdir. Bu çalışmada Olcaytû Han dönemine damgasını vuran üç vezirin hayatları genel olarak incelendikten sonra kendi aralarında nasıl bir mücadeleye girdikleri ve bu durumun İlhanlı Devleti’ne olan etkisi incelendi.
  • Öğe
    Ebul Abbas Ahmed b. Arabşah’ın Sultan Çakmak için yazdığı medhiye eseri
    (Kimlik Yayınları, 2019) Ağır, Abdullah Mesut
  • Öğe
    Kıbrıs Temsilciler Meclisi`nden Cumhuriyet Meclisi`ne Kıbrıs`ta Türk Yönetimleri ve parlamenter sistemin kuruluşu (1960-1983)
    (Fenomen Yayıncılık, 2020) Turan, Orhan
    Kıbrıslı Türkler, İngiliz Sömürgeciliği altında olumsuz koşulları zorlayarak demokratik bilincini tarihsel süreç içerisinde geliştirmiş, ulusal kimliğini ve varlığını korumuştur. Dolayısıyla bu çalışma aynı zamanda ada Türklerinin demokrasi hareketinin, yaşama unsurlarının ve özgün toplumsal varlığının geçmişten geleceğe bir yolculuğunu sunmayı amaç edinmiştir. Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesi 1878`de adanın İngiltere`ye kiralanmasıyla başlamış ve yıldan yıla artmıştır. Bu mücadele aynı zamanda Rumların Enosis idealine karşı olduğu gibi İngiliz Sömürge Yönetimi`nden toplumsal hakları almak hedefinde olmuştur. Kıbrıs`ın İngiltere`ye devri ile adadaki Ortodoks Rum unsur, İngilizlerin vermiş olduğu vaatlerle cesaretlendirilirken; ada Türkleri üzerinde ise &`;terk edilmişlik” duygusu hâkim olmuştur. Nitekim bu tarihten itibaren Türk nüfusu ve kalkınmasında gerileme yaşanmıştır. Diğer taraftan Rumların da ilhak ümitleri artmaya başlamıştır. Ada Türkleri üzerine yapılan akademik çalışmaların geneli &`;Kıbrıs Sorunu” odaklı olmuştur. Bunların çoğu Türklerin durumunu uluslararası hukuk ve siyasi bağlamda değerlendirmiştir. Ancak bu çalışmada, Kıbrıs Türklerinin halk olma bilincine evrilen süreçten, bağımsız bir devlet kurmalarına değin geçen süre zarfındaki siyasal örgütlenmelerine ışık tutulmaya çalışılmıştır. Araştırma, giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında, Türklerin adanın 82 yıllık İngiliz Sömürge Yönetimi`ndeki kimlik mücadelesi ve Enosis`e karşı sergilenen kurumsal çare arayışları ana hatlarıyla ele alınmıştır. Birinci Bölümde, Kıbrıs Cumhuriyeti`nin kuruluş süreci, cumhuriyetin idari yapısı, hükümette görev alan Türk bakanlar, Cumhurbaşkanı Makarios`un Anayasa`da 13 maddelik değişiklik önerileri incelenmiş ve cumhuriyetin fiilen yıkılması değerlendirilmiştir. Bu bölümde Kıbrıs Türklerinin, Rum liderliği tarafından uluslararası kamuoyunda azınlık gibi gösterilmesinin kabul görmeyerek anlaşmak zorunda kalması irdelenmiştir. Kıbrıs Devleti, 1960 yılında Türk ve Rum halklarının siyasal eşitliğine dayalı bir Ortaklık Cumhuriyeti olarak kurulmuştur. Ancak üç yıl süren bu ortaklık bozulmuş olmasına rağmen sonrasında ortaya çıkan zorlu süreç, Kıbrıslı Türklerin bir &`;ulus” olduğu gerçeğini yeniden göstermiştir. İkinci Bölümde, 21 Aralık 1963`te başlayan ve ada tarihine &`;Kanlı Noel” olayları adıyla geçen süreçten 20 Temmuz 1974 Türk Barış Harekâtı`na kadar kurulmuş olan örgütlenmeler ve seçimler ele alınmıştır. Siyasi eşitlik noktasında bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti`ne ortak olan Kıbrıslı Türkler silah zoru ile devletten kovulmuştur. Ancak şaşkınlığı üzerinden atarak silahlı mücadeleye başlamış ve sivil yönetimlerini uygulamaya geçirmişlerdir. Bu bölümde toplumlararası çatışmalar döneminde kurulmuş olan Genel Komite, Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi, Kıbrıs Türk Yönetimi ve Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi`nin faaliyetleri değerlendirilmiştir. Üçüncü Bölümde, 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı ile başlayan yeni süreç, Kıbrıs Türk Federe Devleti`nin kuruluş evresi, idare yapısı, Anayasası ve Bakanlar Kurulu değerlendirilmiştir. Barış Harekâtı`nın başarı ile sonuçlanmasından sonra Kıbrıs meselesinin askeri safhası sona ermiştir. Siyasi yönü ise belirsizliğini koruyordu. Bu nitelik ancak yeni bir yönetim anlayışıyla mümkündü. Başka bir ifadeyle Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası, Kıbrıslı Türklerin ihtiyaçlarına cevap vermesinin dışında siyasi bir çözüme yani Federal Kıbrıs Cumhuriyeti`ne zemin hazırlama amacı taşıdığı da görülmektedir. Dördüncü ve son bölümde ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`nin ilanı, idari yapısı, kurucu meclisin oluşumu, KKTC Anayasası ve seçimler incelenmiştir. Çalışmanın bu bölümünde 1963 Rum saldırılarından sonra kendi devletini kurmak zorunda kalan Kıbrıslı Türklerin yirmi yılın sonunda; 15 Kasım 1983`te kurdukları cumhuriyetin ilanı, aslında var olan bir gerçeğin tezahürü olmuştur.
  • Öğe
    İktidar muhalefet ilişkisine bir örnek: Atatürk’ü Koruma Kanunu
    (Turkish Studies, 2013-01) İlyas, Ahmet
    İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan kapitalist güçlerin San Francisco Konferansı’nda “demokrasiye geçmiş ülkeler istiyoruz” çağrısı Türkiye’de de yankılandı. Bu yankı kendisini siyasal partilerin kurulmasına zemin hazırlayarak gösterdi. Bizzat İsmet İnönü’nün ya da mevcut şartların tesiriyle oluşturulan siyasal ortam Türkiye’de muhalefet olgusunun şekillenmesine yardımcı olduğu ileri sürülebilir. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çerçevesinde yasaya muhalefet eden Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan, Emin Sazak gibi milletvekilleri iktidar partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa ederek Celal Bayar öncülüğünde Demokrat Parti’yi kurarak muhalefete başladılar. Cumhuriyet döneminde üçüncü kez çok partili hayata geçiş denemesi olan Demokrat Parti’nin kurulması, Osmanlı Devleti’nden bu yana devam etmekte olan iktidar-muhalefet ilişkisinin yeni bir safhasını oluşturdu. Bu çalışmanın ana teması Türk modernleşmesinin bir argümanı olan II. Meşrutiyet sonrası kurulan siyasi partilerin, 1950 yılına kadar ki mücadeledi üzerine inşa edilmiştir. Makalenin ana önermesi 1951 yılında çıkarılmış olan Atatürk’ü Koruma Kanunu üzerinden değerlendirilecektir. Atatürk’ü Koruma Kanunu, Atatürk’ün büst ve heykellerine karşı yapılan fiili ve sözlü saldırıları önlemeye yönelik çıkarılmış bir yasadır. Kanun hazırlanırken, iktidar ve muhalefet milletvekillerinin birbirlerine karşı yapmış oldukları psikolojik hareket iktidar muhalefet ilişkisi paydasında ortaya konulacaktır. Çalışmanın sonunda elde edilen bulgulara göre Türkiye’de demokrasi kültürünün yerleşmediği ya da yerleştirilemediği, demokrasi söyleminin ise grupların birbirlerini alt etme temelinde hareket ettiği anlaşılacaktır
  • Öğe
    Yerel basına göre 1935-1950 yılları arasında Urfa’da mahalli ve milli bayram kutlamaları
    (Bingöl Üniversitesi, 2018-10-01) İlyas, Ahmet
    Milli bayram olgusu, toplumların ortak sevinçlerini, değerlerini ortaya koyan başat kavramlardandır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde İyd-i Milli dışında bir ulusal bayramın kutlanmaması önemli bir problemdir. Özellikle Osmanlı Devleti gibi birçokulusu bünyesinde barındıran bir imparatorluğun, ayakta kalmasını sağlamanın yollarından biri ya milli bayramlar, ya dinsel ortak özne, ya da ortak bir geçmişe sahip olmaktır. Ancak bu üç realite de Osmanlı toplumu için uzak kavramlardı.Milli Mücadele sonrası devletin yapılanma ve inşa sürecinde uluslaşma aşmasını somutlaştırmak, rejimin benimsetilmesini sağlamak amacıyla milli bayramların yaygınlaştırılmasınadikkat edildi. Meclisin açıldığı 23 Nisan, günü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak, Osmanlı’dan kalan İdman Bayramı, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs ile birleştirilerek 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, saltanatın kaldırılıp Cumhuriyet’in ilan edildiği tarih olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve nihayetinde Yunanlıların yenilgiye uğratıldığı 30 Ağustos Zafer Bayramı olarak kutlanması kararı alındı. Bu ulusal bayramların kutlanma süreci bu çalışmada Urfa örneğinde ele alındı. Ayrıca Urfa’nın düşman işgalinden kurtulduğu tarih olan 11 Nisan mahalli bayram kutlamaları da bu çalışmanın ana omurgasını oluşturmaktadır. Çalışma, bayramların resmi olarak kutlanmasının miladı olan 1935 yılından başlar 1950 yılına kadar ki süreci içermektedir. Bu süreçler içerisinde Urfa’da yaşanan bayram coşkuları yerel gazetelere yansıdığı şekilde verilmeye çalışıldı.