Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Arkeoloji Anabilim Dalı, Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Takının tarihsel gelişimi ve Mardin’de telkari işlemeciliği(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-09-30) Arslan, Cemgil; Aydın, MahmutTakı, binlerce yıl boyunca insanların kendilerini güzel hissetme duygusunun yanında tüm uygarlıklarda farklı amaçlar ve inanışlar için de kullanılmıştır. Uygarlıkların kültür ve geleneklerinin en önemli yansıtıcısı olan takılar, süslenmenin en vazgeçilmez unsuru haline gelmiş; gelenek, görenek ve inançla beslenerek biçimlenmiştir. Takılar, kendini güzel göstermek, dikkat çekmek, dinsel inanışlara bağlı olarak nazar, hastalık, çeşitli zararlardan korunmak amaçlı kullanılmasının yanı sıra ölü hediyesi ve tanrılara sunu amaçlı da kullanılmıştır. Takıların mezarlarda ölü hediyesi ve ölü takısı olarak bırakılması da bu eserlerin günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Tarihte ilk takılar yerleşik düzene geçilmediği Paleolitik Çağ'da, avlanan hayvanların kemik ve dişlerinden yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde teknik ve malzeme çeşitlenerek her bir uygarlık kendi zengin kültürünü ve tasarımını ortaya koyarak takı sanatını meydana getirmiştir. Mardin ili Midyat İlçesinde bulunan atölyelerde yoğun olarak üretilen telkârinin tüm üretim aşamaları yazı ve resimlerle kayıt altına alınmıştır. Bu çalışmada ayrıca, binbir çeşit formda üretilen Mardin’in telkari takılarına, Paleolitik Çağ’dan başlayarak Osmanlı Dönemi’ne kadar geçirdiği serüven özellikle yakın çevre dikkate alınarak irdelenmiştir.Öğe Yeni Assur İmparatorluğu’nun Yukarı Dicle Bölgesi’nde arazi ve su kullanımı(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-15) Güngör, Akarcan; Kozbe, GülrizMÖ 2. Binyılın başından itibaren tüccar ailelerinden oluşan örgütlenmiş bir uygarlık olarak tarih sahnesindeki yerini alan Assurlular, MÖ 14. yüzyılın ikinci yarısında siyasi ve politik bir oluşum olarak bölgesel bir devlet, MÖ 10 yüzyıldan 7. yüzyılın son çeyreğine kadarki yaklaşık 320 yıllık bir süreçte ise Yakındoğu tarihini emperyalist yayılım politikalarıyla derinden etkilemiş bir imparatorluk olarak bilinmektedir. Yakındoğu’nun büyük bir bölümünü kapsayan çok geniş bir coğrafyada hegemonik bir güç olarak karşımıza çıkan Assur İmparatorluğu’nun sahip olduğu zengin kültürel dokusunda barındırdığı konu çeşitliliği içerisinde arazi ve su kullanımı veya peyzaj arkeolojisi ayrıcalıklı bir alanı oluşturmaktadır. Assur İmparatorluğu’nun emperyalist yayılım politikalarıyla çerçevesinde doğal kaynaklar açısından oldukça zengin ve stratejik önemi baskın bir bölge olarak karakterize edilen Yukarı Dicle Bölgesi, Orta Assur Dönemi’nden itibaren askeri seferlerin hedefindeki odak noktasını oluşturmuştur. Bu dönemden itibaren bölgedeki dönüşümün dinamikleri içerisinde verimli arazileri, hammadde kaynaklarını denetim altına almak adına bazı tahkimatlı yapılar inşa edilmeye başlandığı gibi askeri seferle yağma, vergi ve haraç toplama girişimleriyle genişleme çabaları olmuştur. Özellikle Yeni Assur İmparatorluğu’nda katı kurallarıyla tanınan ve dönüşümün asıl mimari II. Assurnasirpal’ın bu bölgede kalıcılığı sağlamak için uyguladığı emperyalist politikalar sayesinde peyzajın yapılandırıldığı görülmektedir. Yazılı kaynaklar, arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarının sunmuş olduğu veriler doğrultusunda, taşradaki Yukarı Dicle Bölgesi’nin Assur’un emperyalist üst yapısına entegrasyon süreci arazi ve su kullanımını işaret etmektedir. Bu bölgelerin kaynaklarından yararlanmak adına kültürel peyzajın temel unsurları olan eyalet merkezleri, tahkimatlı şehirler, kaleler, kasabalar, köyler, çiftliklerden oluşan ve üretim merkezi olarak bilinen kapru’lardan oluşan birbiriyle yakın mesafelerde ancak dağınık bir yerleşim modeli, doğal çevrenin kültürel peyzaja dönüştürülmesindeki süreçsel gelişiminin temel dayanağını arazi ve su kullanımı oluşturmaktır. Yukarı Dicle Bölgesi’nin zengin doğal kaynakları, verimli tarım arazilerinin yanı sıra bölgelerarası ulaşım trafiğini elinde tutan stratejik mekânsal rolünden yararlanıldığını gösteren yerleşim modeli içerisindeki hiyerarşik düzen, Assur’un arazi ve su kullanımı çerçevesinde bölgedeki yapılandırma sürecindeki yansımaları sunan gelişim ve değişim dinamikleri oluşturulan kültürel peyzajın dönüşümündeki baskın unsurları karakterize etmektedir. Yeni Assur İmparatorluğu’nun bölgedeki arazi ve su kullanımına yönelik yapılandırma faaliyetleri çerçevesinde kültürel peyzajın sahip olduğu karmaşık ilişkilerle fiziki coğrafyayı şekillendiren süreçlere olan genel bakışı, sosyal ve ekonomik hayata ilişkin ayrıntılı güncel verilerle zenginleştirilmiş bu çalışmamın önemi, Yeni Assur Dönemi yerleşim modeline literatüre katkı sağlayacak yaklaşımların yanı sıra MÖ 1. binyılda Assur’un Yukarı Dicle Bölgesi’ndeki arazi ve su kullanımına yeni veriler sağlamış olmasıdır.Öğe Sikke ve arkeolojik buluntular ışığında Dicle Vadisinde Parth-Sassani-Roma varlığı (mö 3. yüzyıldan Roma’nın Mezopotamya’dan çekildiği tarihe kadar)(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-12-01) Menteşe, Devrim Hasan; Aydın, MahmutYapılan bu çalışma ile, sikkeler öncelikli olmak üzere birtakım arkeolojik malzemeler ışığında, Dicle Vadisi hinterlandı içerisinde yer alan Pers (Parth-Sassani) Roma yerleşimleri araştırılmıştır. Çalışmada; konu sınırları içerisinde yapılmış ve yapılmakta olan kazı çalışmaları referans alınmış, bunun yanı sıra bölgede yapılmakta olan bir takım yüzey araştırmalarına dâhil olunarak çalışma konusu içerisinde yer alan malzemeler incelenmiştir. Bu kapsamda Dicle Vadisinin en önemli bölümünü oluşturan Tur Abdin Bölgesi’nde yapılmış olan kazı çalışmalarının yanı sıra yüzey araştırmaları sonucunda elde edilen sikkeler, seramikler alınabilen izinler ölçüsünde incelenmiş; Pers (Parth-Sassani), Roma lokalizasyonları tespit edilmeye çalışılmıştır. Bölgede yapılan kazı çalışmaları ve son yıllarda yapılmakta olan yüzey araştırmaları sonucunda incelemelerde bulunulan 75 yerleşim birimi; yüzyıllar boyunca süren Pers-Roma mücadeleleri, bu mücadelelerin hangi hatlar ve rotalar üzerinde yapıldığı hakkında önemli bilgiler vermektedir. Çalışmaya 1183 adet sikke dâhil edilmiştir. Bu sikkelerin büyük bir çoğunluğu bölgede yapılan kazılardan elde edilen sikkelerden oluşmaktadır. Sikkelerin bir miktarı ise yüzey araştırmaları sonucunda, çalışmayı yapan ekip üyelerinin bulmuş oldukları yüzey buluntularından oluşmaktadır. Yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen sikkeler ve konunun anlaşılmasına önemli katkılar sunan en önemli yardımcı malzemeler içerisinde yer alan seramikler vasıtasıyla Parth-Sassani ve Roma lokalizasyonlarının sınırları ve devletler arasında gerçekleşen sınır değişikliklerine cevap aranmıştır.Öğe Mardin Müzesi’nde bulunan bir grup silindir mühür(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-12-27) Erin, Merve; Kaçmaz Levet, EsraMühürler, insan hayatına getirdiği yeni bir solukla beraber Neolitik Çağa daha güzel bir anlam katmıştır. Ön Asya’nın bereketli topraklarında doğan bu mühürler, giderek güç ve güvenirliliğin simgesi haline gelmiştir. Başta Mezopotamya ve Anadolu olmak üzere Ön Asya toplumlarında daha fazla kullanılan mühürler, çeşitlilik açısından da zenginleştirilmiştir. Anadolu’da damga mühürler hâkimken, Mezopotamya’ da silindir mühür hâkim olmuştur. Assur Ticaret Kolonileri sayesinde silindir mühürler, Anadolu’ya taşınarak bölgedeki halklar kendilerine has bir şekilde bu mühürleri biçimlendirmişlerdir. Mardin Arkeoloji Müzesi’ne satın alma yoluyla gelen silindir mühürler üzerinde yapılan bu çalışmada mühürlerin dönemi tespit edilip döneminin diğer mühürleriyle karşılaştırmalar yapılarak eserlerin kataloğu oluşturulmuş ve değerlendirilmesi yapılmıştır. İncelenen mühür form açısından silindir mühürler olup sahne bakımından farklı konular işlenmiştir. Her mühürde betimlenen sahnelerin ve motiflerin ikonografik analizleri yapılıp, diğer yayınlardaki eserlerle de karşılaştırması yapılmıştır. Ayrıca mühürlerin malzemesinin arkeometrik analizleri de XRF cihazı kullanılarak tespit edilmeye çalışılmıştır. Tez kapsamı içerisinde değerlendirmiş olduğumuz silindir mühürlerin tarihsel dönem açısında Erhanedanlar Döneminden Geç Assur Dönemine kadar geniş bir dönemi kapsadığı tespit edilmiştir.Öğe Jeomorfolojik bulgular ışığında Diyarbakır Havzası’nın (Diyarbakır) holosen jeoarkeolojisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-12) Al, Aladdin; Kozbe, GülrizYerleşimler ve doğal çevre arasındaki ilişkiler ve etkileşimler açısından bu çalışmada, Ambar Çayı’nın yukarı kısmı ve çevresini (Dicle Nehri’nin kuzeyini ve Diyarbakır-Batman arasında uzanan platoları) ilgilendirmektedir. Yaklaşımımız, özellikle topografya ve coğrafi uygunluğu açısından çevresine kıyasla elverişli yaşam alanları ve kaynakları üreten jeomorfolojik süreçlere ve diğer olası faktörlere odaklanmaktadır. Yerleşim için oldukça elverişli olan havza tabanında meydana gelen doğal çevre değişmeleri, arkeolojik yerleşimleri etkilemiştir. Arkeolojik alanlardaki geçmişe ait coğrafi ortam özellikleri ve buradaki yerleşimlerin tercih nedenleri disiplinler arası bir yaklaşımla irdelenmiştir. Bu çalışma, Ambar Çayı vadi sisteminde incelenen yerleşmelerin tarihine ve kaderine katkıda bulunan faktörler olarak Coğrafya (fiziki ve beşerî), Holosen iklimi ve çevreye dayalı ek yaklaşımları ve bilimleri arkeolojik araştırmalara mümkün olduğunca entegre etmek amacıyla disiplinler arası bir yaklaşımın uygulandığı Diyarbakır Havzası’ndaki çalışmalardan biridir. Ambar Çayı, Dicle’nin sol bankında Diyarbakır Havzası’ndaki önemli kollarından biri olduğundan, yaklaşımımız fiziki coğrafya bağlamının yanı sıra jeoarkeoloji-paleocoğrafya özelliklerinin incelenmesine dayanacaktır. Buna göre, Diyarbakır Havzası’nın rölyefleri, jeolojik yapısı, fasiyes değişimleri, yani tortul çökeller ve nehir malzemesi çökelleri, jeomorfolojik özellikleri, teras yapıları ve tektonizmasının arkeolojik yerleşimlerle ilişkileri ele alınmakta ve incelenmektedir. Dicle Nehri ve kolları, Fırat Havzası ile Mezopotamya’ya karakterini veren iki nehir sisteminden biridir. Dicle, Güneydoğu Toroslar’ın bir bölümünü oluşturan yüksek rölyefleri drene ettikten sonra Diyarbakır Havzası’nı bir uçtan diğerine kat eder. Bu havza içinde birçok kaynak ve akarsu, yeryüzünde yaşamın ilk koşulları olan su ve çevredeki kaynakları ile barınma olanağı sağlar. Dicle Nehri’nin sol bankında Diyarbakır Havzası’ndaki tüm kolları, yüksek platolara ve güneydeki alçak platolara bağlanan doğal geçitler ve güzergahlar sağlar. Ayrıca, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu (İran) atmosferik sirkülasyonlarından gelen hava kütlelerine bakan dağ sıralarının oluşturduğu Diyarbakır Havzası’nın kuzey kesiminin orografik organizasyonu, su kaynaklarının yanı sıra zengin çevresel sistemleri (hayvanlar, bitkiler, saha etkileri) destekleyen koşullar sağlar. Bu koşullar insan nüfusunu da cezbetmiştir. Bu rölyef ve buna bağlı iklimsel bağlamlar avcılık, toplayıcılık, yerleşik hayata geçme, çevreyi ehlileştirme ve değiş tokuş için gerçekten de avantajlar üretmiştir. Buna ek olarak, bölgesel durum yerleşim açısından en önemli avantaj olmakla birlikte, Ambar Çayı vadisi, avcı-toplayıcı gruplardan yerleşik topluluklara kültürel geçiş sürecinin (i) yerleşim yerlerinin (ii) kuzeydeki orojenik kuşakta kolayca bulunabilen bazı petrografik (obsidiyen) ve mineral (çoğunlukla bakır) kaynaklara son derece yakın olmasından ve (iii) dağlık kuşakta orman ve zengin ot alanlarının (avlanmak, odun toplamak vb. için) yakınlığından da yararlandığı açıktır. 1990’larda başlayan GAP Projesi çerçevesinde Fırat Nehri üzerindeki birkaç barajın ve kolları üzerindeki diğer barajların tamamlanmasının ardından (Fırat üzerindeki son baraj 2002 yılında Türkiye-Suriye sınırındaki Karkamış'ta açılmıştır), 2018 yılında Türkiye-Suriye sınırına yakın Dicle üzerinde devasa olan bir baraj daha (Ilısu’da) tamamlanmıştır. Fırat’ta olduğu gibi Dicle’nin barajlaştırılması projesi de Güneydoğu Toroslar ve onun doğu uzantısı olan ana kollar üzerindeki barajları kapsıyor. Ambar’daki baraj projesi de bu çerçevede sulama amaçlı yapılmıştır. Ambar baraj suları altında kalacak olan 3 arkeolojik yerleşimde kurtarma kazıları 2018 yılında başlamıştır. 2020 yılında, jeoarkeolojik araştırmalarına başlanması: ilk olarak, (i) Ambar Çayı’nın Kenar Kıvrımlardan, Diyarbakır Havzası’na döküldüğü vadinin güneyindeki bu üç (Ambar Höyük, Gre Fılla ve Kendale Hecala) yakın lokaliteye yerleşmek için Neolitik popülasyonların seçimine katkıda bulunmuş olabilecek coğrafi, jeomorfolojik ve jeolojik ortamların tanımlanması, (ii) gelişme (ve uzmanlaşma?), (iii) dönemsel olarak terk edilmelerine yol açmış olabilecek nehir akış rejimiyle ilgili olası zorluklar ve (iv) nihai olarak terk edilmeleri irdelenmiştir. Arkeolojik stratigrafide kaydedilen bu tür olası olayları yeniden oluşturabilmek için, (i) bugünkü Ambar köyünün bulunduğu ve önemli bir Neolitik sit alanının da yer aldığı çok derin geçitlerin hemen güneyindeki Ambar’ın üst havzasından itibaren nehir boyunca topografyayı yeniden inşa etmek gerekmiştir, (ii) Ambar Çayı’nın, basamaklı ve gömülü teraslar sisteminden geçerek (Neolitik yerleşimin bulunduğu) Dicle vadisine yaklaştığı yere kadar, bu üç yerleşimle yakından ilişkili yerlerde (yukarıdan aşağıya doğru) bir dizi karot çalışması gerçekleştirdik: Ambar höyük, Gre Filla höyük ve Kendale Hecala höyük karotları. Sonuçlar, yerleşimlerin coğrafi bağlamını, yakın çevrelerinin jeomorfolojik karakterlerini, özellikle yeryüzü şekillerinin analizini ve bunların zaman içindeki evrimini, oluşum süreçlerini ve insan yaşamı üzerindeki etkilerini açıklığa kavuşturmaya olanak tanımaktadır. Elde ettiğimiz sonuçlar, arkeolojik kazılar ve projelerle bağlantılı olarak, havza ölçeğinden yerleşim yerine kadar jeomorfolojik bağlam ve evrimi üzerine de çalışmalar yapılmasının yararlılığının ve gerekliliğinin altını çizmektedir. Holosen Dönem’de Neolitik Çağ’da başlayan yerleşik hayatın coğrafi koşulları ve insan topluluklarını ne ölçüde etkilediği paleocoğrafya çalışmaları, karot örnekleme ve jeofizik çalışmalarla gün ışığına çıkarılabilir. Geçmiş döneme ait çevresel rekonstrüksiyonların anlaşılabilmesi için arkeolojinin coğrafya biliminden faydalanması büyük önem taşımaktadır.Öğe Mevlana Müze Müdürlüğü / İhtisas Kütüphanesine ait bir el yazmasının konservasyonu(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-07) Yıldız, Muhammed Veysel; Aydın, MahmutKültür varlıklarının korunması ve varlığını sürdürmesi için gerçekleştirilen konservasyon çalışmaları doğru bir metodolojiye dayanmalıdır. Farklı malzeme ve tekniklerle oluşturulan eserler içerisinde el yazması eserler, sanatsal ve tarihi öneminin yanı sıra önemli bir bilgi taşıyıcılık misyonu üstlenmektedir. Yazının icadından sonra taş, metal, kil, tekstil gibi farklı yazı zeminleri kullanılmıştır. En önemli yazı zemini olan kâğıdın icadı yazılı kültürün gelişmesini ve yüzyıllar boyunca aktarılmasını hızlandırmıştır. Geleneksel kâğıt yapımında kullanılan hammadelerin doğadan kolayca elde edilebilmesi, taşınmasının kolay olması, bir araya getirilebilir olması kâğıt kullanımını yaygınlaştıran etkenlerden sadece birkaçıdır. El yazması eserler organik kökenli malzemelerin bir araya getirilmesi ile oluşmaktadır. Bu nedenle diğer malzeme gruplarına oranla bozulma süreci daha hızlıdır. Genel olarak geriye dönüşümü pek mümkün olmayan bozulmalar fiziksel, kimyasal ve biyolojik değişimlere neden olarak eserin orijinal bütünlüğünü bozmaktadır. Bu bozulmaların boyutu ve ilerlemesi farklı ortam şartlarına göre değişebilmektedir. Eserin üretim teknolojisinin yanı sıra içinde bulunduğu çevresel koşulların (sıcaklık, nem, ışık gibi) da bozulmaların değerlendirilmesinde ele alınması gerekmektedir. Her ne kadar tahribatı geriye döndürmek mümkün olmasa da ilerlemesini durdurmak ve yeniden bozulmasına neden olacak koşulları ortadan kaldırmak mümkündür. Bu nedenle konservasyon metodunu belirlemeden önce detaylı bir belgeleme ve analiz çalışmasının yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda tez çalışmasında yazının tarihsel gelişimi hakkında geniş bir literatür taraması yapılmıştır. Kil tabletler, papirüs, parşömen ve kâğıdın tarihçesi araştırılmıştır. Çalışmada kullanılan eserin belgelemesi detaylı olarak yapılmıştır. Xrf spektroskopisi, Raman spektroskopisi, Lif analizi, pH ölçüm değerleri, Kolorimetre, dijital mikroskop ile inceleme analizleri konservasyon çalışmalarına başlamadan önce incelenmiş olup sonuç ve değerlendirmeler tez çalışmasında sunulmuştur. Bu değerlendirmeler sonucunda yapılacak müdahaleler tespit edilerek aşamalı olarak aktarılmıştır.Öğe Urartu Krallığı’nda su kullanımı ve sulama sistemleri(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-09-26) Özkan, Kazım; Kozbe, GülrizMÖ 9. yüzyılın başlarında Urartu Krallığı, maden kaynaklarını başarılı bir şekilde kullanmayı başararak, mimari faaliyetler göstermişlerdir. Bu mimari faaliyetlerden biri de yaşamsal öneme sahip olan sulama sistemleridir. Urartular, her geçen gün artan nüfus ile birlikte baş gösteren beslenme sorununu çözmek için dağlık ve engebeli coğrafyasında kurak bölgelere su tedarik etmek için çözüm yolları aramışlardır. Bunun için kilometrelerce uzunlukta sulama kanalları inşa etmekle birlikte dağ eteklerine, doğal çöküntü alanlarının önlerini kapatarak suyun toplanmasını ve su sorununun olduğu dönemlerde, su sorunu yaşayan bölgelere su taşınmasını sağlayarak, söz konusu bölgelerde tarımsal faaliyetlerin oluşmasını sağlamışlardır. Sahip oldukları mühendislik becerileri sayesinde topografyayı iyi okuyan Urartular, inşa ettikleri su sistemlerinin nereye inşa edileceğini, nereye hizmet edeceği ve hizmet edeceği bölgeye ulaşmak için geçeceği güzergâhları en iyi şekilde araştırmışlardır. Yerleşim içinde drenaj sistemi, sarnıç ve su kuyuları inşa eden Urartular, yerleşim dışında da drenaj sistemine özen göstermiş ve bunun yanı sıra sulama kanalları, göletler, barajlar ve çeşmeler inşa etmişlerdir. Göstermiş oldukları kapsamlı planlama ile sulama sistemlerinin inşası, inşa sonrası kontrolleri, temizlik ve bakım çalışmaları ve koruması planlama çerçevesinde yürütülmüştür. İnşa ettikleri sulama faaliyetleri dışında suyun gücünden de yararlanan Urartular, günlük ihtiyaçlardan ve tarımsal faaliyetlerden hayvancılığa, ulaşım ve taşımacılık faaliyetlerine, ritüel amaçlı kullanımına dek çok çeşitli alanlarda sudan yararlanmışlardırÖğe Assur askerî mimarisi (Yeni Assur Dönemi MÖ 934-612)(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-08) Günce, Tarık; Kaçmaz Levent, EsraKıtalara hükmeden geniş bir imparatorluğun temsilcileri Assurluların, askerî mimarisi her zaman siyasi tarihin, tapınakların, sivil sarayların, yukarı kentin, seramik parçalarının, tasvirli sanat eserlerinin, küçük buluntuların ve askerî seferlerin gölgesinde kalmıştır. Assurluların yüzyıllarca Yakındoğu’nun en büyük imparatorluklarından biri olarak varlık göstermesi sadece askerî seferlerle mümkün olmamıştır. Düşmanlarına, başkentlerinin yıkılmaz, geçilmez ve erişilmez olduğunu inşa ettiği askerî mimarisiyle de kabul ettirmeyi başarmışlardır. Assurluların askerî, siyasi, ideolojik ve ekonomik başarılarının somut görüntüsünü kudretli askerî mimarisi oluşturmaktadır. Savunma yapıları, dışarıdan bakan göz için gücün, zenginliğin, mukavemetin ve cesaretin göstergesi olan en pahalı ve anıtsal propaganda aracıdır. Aslında Assurluların kabartmalara işlediği, düşmanı zor durumda bırakan, her zaman galip gelen, yenilmez ordusu, bitmeyen askerî gücünün büyük resmini tahkim edilmiş Assur kentleri göstermektedir. Uygarlığın bu zor coğrafyada var olmasında ideolojik anlamların yüklendiği, statik ve estetik askerî mimarisinin etkisi yadsınamaz. Ön tahkimatlar grubunda değerlendirilen dış ön sur, yarı bağlı ve bağlı iç ön surlar, savunma sisteminin bel kemiğini oluşturan ana sur için birer bariyer işlevini üstlenmiştir. Hendekler, ön tahkimatlara paralel oluşturularak birer savunma desteğine dönüştürülmüştür. Hendek (ḫirīṣu) ve ana sur arasına iç ön surlar (šalḫû) yerleştirilmiştir. Assur başkentlerinde arkeolojik olarak kanıtlanan šalḫû ve ekal māšartiler Yeni Assur Dönemi Assur askerî mimarisinin seçkin yapılarıdır. Sadece başkentlerde varlığı ispatlanan ekal māšartiler, işlevsel açıdan saray-kışla-cephanelik-depo-ahır-atölye gibi çok işlevli yapı kompleksleri özelinde değerlendirebilecek, askerî kaygılarla inşa edilen karmaşık içerikli yapılardır. Coğrafi bakımdan “Assur Çekirdeği”nin dışındaki, sınırlar ötesine yapılan askerî seferlerde farklı tip planlarına ulaşılabilen askerî kamplar (ušmannu, madāktu, karāšu), mazgal dişlerine sahiptir ve kulelerle desteklenmiş duvarlarla kuşatılmıştır. Kentlerin dış dünyayla iletişimde kullanılan kent kapıları (abullu), kapı kuleleri, birden fazla geçişli sistem ve kilitleme mekanizmasıyla donatılmıştır. Assur kapılarına eklenen bileşenlerle birden fazla kapı tipi görülmektedir. Kapılara uygulanan önlemlerle sadece fiziksel düşmanlar için engeller oluşturulmuştur. “Kötü ruhlar ve şeytanlar” için ise apotropaik unsurlara başvurulmuştur. Assur askerî mimarisinin her öğesi; mimari, konstrüktif ve dekoratif ayrıntıların ötesinde, ideolojik anlamların da yüklendiği ve arka planında pek çok kültürel kodun bulunduğu donanımlar olarak algılanmalıdır.Öğe Zerzevan Kalesi geç roma ve geç antik dönem mutfak kapları(Batman Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-08-17) Ayus, Şıvan; Aydın, MahmutZerzevan Kalesi, Diyarbakır’ın, Çınar ilçesine 13 km., uzaklıkta Demirölçek Köyü sınırları içesinde yer alan askeri bir garnizondur. Kaledeki mevcut mimari kalıntılar ve kazı çalışmalarında ele geçen buluntular incelediğinde MS 3 ve 7. Yüzyıllar arasında kalenin aktif bir şekilde kullanıldığını gösterir. Büyük bir olasılıkla yerleşimin surları ve yapılarının Anastasios I (MS 491-518) ve Justinianos I (MS 527-565) döneminde onarımlardan geçtiği ve son halini aldığı düşünülmektedir. M.S. 639 yılında İslam orduları tarafından bölgenin fethine kadar da yerleşim önemini korumuştur. 124 m yüksekliğinde kayalık bir tepe üzerine kurulan kale, Roma ve Parth/Sasani mücadelelerine sahne olmuştur. 2014’te başlayan ve kesintisiz devam eden kazılarda gözetleme kulesi, surlar, Mithraeum, yeraltı sığınağı, kilise, askeri ve sivil konutlar, yeraltı ibadethanesi, sunaklar, kaya mezarları ve su kanalı gün yüzüne çıkarılmıştır. Tez kapsamında ele alınan seramik eserler “Zerzevan Kalesi Geç Roma ve Geç Antik Dönem Mutfak Kapları” başlığı altında incelenmiştir. Değerlendirilmeye alınan seramik eserler 2015-2020 yılları arasını kapsamaktadır. Zerzevan Kalesi kazılarında ele geçen eserlerin analojisi benzer örnekler üzerinden ve buluntu kontekstine göre yapılmıştır. Tez kapsamında 82 seramik eser değerlendirilmeye alınmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde 82 eserin 59’u Geç Roma, dördü Parth üretimli olduğu öngörülmektedir. Bu örnekler dışında herhangi bir benzerine ulaşılamayan 17 örnek de mevcuttur. Bu örneklerin yerel veya bölgesel olabileceği değerlendirilmiştir. Zerzevan Kalesi Kazılarında Geç Roma Dönemi ağırlıklı seramikler hakimdir. Geç Roma Dönemi seramikleri ağırlıklı olarak MS 3 ve 7. Yüzyıllar arasına tarihlenmektedir. Geç Roma örnekleri dışında Parth Dönemi’ni temsil eden örneklere de rastlanmıştır. Bu örnekler daha çok MÖ 3 - MS 3. yüzyıllara arihlenir. En erken örnekler Geç Helenistik-Erken Roma Dönemi, Geç Roma Dönemi örnekler ise MS 7 yüzyıllara kadar gitmektedir. Zerzevan Kalesi Kazılarında Brittle Ware (Gevrek Mallar), Kuzey Suriye Amphoraları I, Phokaia Kımrızı Astarlı Seramikleri gibi önemli mal gruplarına ait örneklere rastlanmıştır. Zerzevan Kalesi seramikleri Suriye, Levant, İran ve batı etkileşimini yansıtmaktadır.