Arama Sonuçları

Listeleniyor 1 - 10 / 20
  • Öğe
    Birinci Dünya Savaşı’ndan Milli Mücadele’ye Lice kazası
    (Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2021-03) Özteke, Fahri
    Coğrafi konumu nedeniyle Lice, tarihin en eski dönemlerinde olduğu gibi Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında da kritik öneme sahip bir belde olmuştur. Lice’den yola çıkarak Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale, Kafkas, Suriye-Filistin, Irak-Basra ve Hicaz-Yemen Cephelerindeki çarpışmalara katılanların sayısı hiçte az değildir. Bölge, tarihin en kaotik zamanlarından birini yaşarken vatansever Liceliler, yanı başındaki Bingöl, Bitlis ve Muş’un işgaline karşı da kayıtsız kalmamışlardır. Türk vatanının kurtuluşu için amansız bir direniş örneğinin sergilendiği Milli Mücadele yıllarında ise, bin bir zorlukla baş etmeye çalışan Liceliler ellerinden geldiği ölçüde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının yanında yer almışlardır. İlçe merkezinde oluşturulan zararlı yapılanmaya karşın milli bir örgüt kurulamamıştır. Ancak Lice halkı, Diyarbakır eşrafı ve bürokratlarının tesis ettiği milli-dini organizasyonlara destek vermişlerdir. Dönemin İlçe Müftüsü Ankara fetvasını imzalayarak örnek bir duruş sergilemiştir. Aralıksız devam eden savaşlardan yılan Liceli askerlerin bir bölümü ordudan firar etmişlerdir. Bu yüzden Milli Mücadele sürecinde Lice ve çevresinde asayişin sağlanması hayli zor olmuştur. Hani ve Kulp yörelerinde prestij sahibi bazı kişilerin ulusal direniş lehine çağrıda bulunmaları firarilerin sayısını biraz da olsun azaltmıştır. Liceliler, özellikle El-Cezire ve Batı Cephelerinde milli birliklerin yanında yer alarak düşmana karşı direnç göstermişlerdir
  • Öğe
    II. Dünya Savaşı yıllarında kamusal alana yönelik din hizmetleri
    (İksad Publications House, 2018-02-15) Özteke, Fahri
    Cumhuriyet tarihimizin en zor dönemlerinin başında II. Dünya Savaşı yılları gelmektedir. Ekonomik, askeri ve siyasi açıdan ülke olarak çok zor bir süreçten geçilmiştir. Yaşanan sıkıntılar sosyal alanda da kendisini hissettirmiştir. Böyle hassas bir dönemde din hizmetlerinin düzenli yürütülmesi meselesi sıklıkla gündeme gelmiştir. Fakat bu konuda yaşananlarla ilgili yapılmış bilimsel çalışmaların sayısı da oldukça azdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, II. Dünya Savaşı yıllarında yurttaşları üzerinde din hizmetlerinin aksamadığı intibahı meydana getirmeyi esas politikalarından biri olarak kabul etmiştir. Bu yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı eskiye nazaran daha aktif bir rol oynamıştır. Devlet bu dönemde gerçekleştirmek istediklerini halka anlatmak için camileri adeta bir üs olarak kullanmıştır. Milli ekonominin güçlenmesini temin etmek maksadıyla hutbelerde yerli malı kullanımı teşvik edilmiştir. Atatürk Dönemi’nde uygulamaya başlanan ana dilde ibadet edilmesi projesine sadık kalınmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı, köy enstitülerinin işlevinin tam olarak anlatılması ve kız çocuklarının eğitim düzeylerinin yükseltilmesi konusunda ortak çalışmalar yapmışlardır. Ancak İsmet İnönü ve hükümet yetkilileri özellikle dış politikada hayati meseleleri çözüme kavuşturmaya çalışırken dinsel alana dair yapılan müspet gayretleri halka tam olarak duyuramamışlardır. 1926-1949 yılları arasında çeşitli nedenlere bağlı olarak 2815 cami ve mescidin satışının yapılmasına karşın, 1942-1945 yılları arasında ise tarihi öneme sahip 100 kadar caminin tadilatı gerçekleştirilmiştir. Aynı süreçte güvenlik ve konaklama gerekçesiyle camilerin başka şekilde kullanılması ile ilgili ise kamuoyu yeterince bilgilendirilmemiştir. Kişisel uygulamalardaki hataların yol açtığı yanlış anlaşılmalar, halkın inançlarına yönelik bazı isteklerin koşullar gereği dikkate alınmayışı ve mali zorluklar din hizmetleri konusunda bu döneme özgü olumsuz bir algının meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Özellikle din görevlisi sayısındaki yetersizlik kamuoyunda ciddi rahatsızlıklara neden olmuştur. Bu yaşananların resmi bir kanalla devlet erkânına iletilmesi ise ilk defa 1945’te Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla yapılmıştır. Dönemin hükümeti yapılan bu ihtara karşı olumsuz bir refleks göstermediği gibi eleştirileri dikkate değer bulmuştur.
  • Öğe
    Yakın dönem tarihimizde Türk kadınının kıyafetle sınavı
    (İksad Publications House, 2018-02-15) Özteke, Fahri
    Tarih boyunca dünyaya kıyafet konusunda rol model olmuş Türk milleti, kadınına birçok konuda pozitif ayrımcılık yapmıştır. Fakat 18. yüzyıldan itibaren Türk kadınının kıyafetlerine dair bir takım tartışmalar yapılmaya başlandı. İlk olarak İstanbul’da yaşayan kadınlara dair 1726’da yayınlanmış bir fermanla kılık kıyafet düzenlemesi yapıldı. Bu şekilde başlayan süreç yaklaşık olarak 200 yılı aşarak devam etmiştir. Sultan II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde de kadın giysilerine yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Kadın kıyafetlerinde görülen değişiklikler erkeklere nazaran daha yavaş olmuştur. Bu değişim kırsalda daha az gözlemlenmiştir. Meşrutiyet Dönemi, kadın kıyafetleri açısından önemli gelişmelere tanıklık etmiştir. Dini konulardaki hassasiyetleriyle bilinen Sultan II. Abdülhamit zamanında 2 Nisan 1892’de yapılmış bir düzenlemeyle güvenlik gerekçesiyle çarşaf yasaklanmıştır. Benzer uygulama 1930 seçimlerinin ardından Cumhuriyet Halk Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın istekleri üzerine de hayata geçirilmiştir. Çağdaşlaşma sürecinde kadın kıyafetlerine dair atılan adımlar gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemlerinde benzerlikler arz etmektedir. I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında bazı gelişmeler yaşansa da kadın kıyafeti konusundaki girişimler geri plana itilmiştir. Türk Rönesansını gerçekleştiren Atatürk, kadın kılık kıyafeti ile ilgili cesur adımlar atılmasına öncülük etmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde kadının kamusal alanda nasıl giyinmesi gerektiği meselesi sık sık tartışma konusu yapılmıştır. İlk olarak 1924’te Maarif Vekâleti kadın öğretmenlerin yüzleri açık bir biçimde derslere girmesine dair talimatname yayınlamıştır. 1924-1935 yılları arasında peçe ve çarşaf başta olmak üzere kadın giysileri ile ilgili önemli girişimler gerçekleştirilmiştir. Bu girişimlere yerel yöneticiler kadar din görevlileri, basın mensupları, aydınlar ve tüccarlar gibi toplumun diğer katmanları da müdahil olmuştur. Kadın giysileri ile ilgili tartışmalarda israfa kaçılmaması gerektiği, Avrupalı kadınlara duyulan özentinin dışa yansıması, toplumdaki ahlaki yapının olumsuz etkilenmesi ve çağdaşlaşma hareketlerinin hız kazanması merkeze konumlanmış konular olarak dikkat çekmiştir. Yakın dönem Türkiye tarihinde kadın kıyafetlerinin yerli unsurlar tarafından üretilmesinin milli ekonomiye olan katkısı da ön plana çıkmış konulardan biri olmuştur. Türk kadınının kıyafeti üzerinden gerçekleştirilmiş tartışmalar 21. yüzyılın başına denk uzanmıştır.
  • Öğe
    İsabel Fry ve Türk çağdaşlaşmasındaki yeri
    (İksad Yayınevi, 2018-05-15) Özteke, Fahri
    Yaşantısının büyük kısmını çocuk eğitimine adamış olan İngiliz Pedagog İsabel Fry(1869- 1958), II. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra İstanbul’a gelmiştir. İsabel Fry, Osmanlı Devlet adamlarının daveti üzerine Türkiye’de bulunmuştur. İngiliz eğitim sisteminin reform sürecini çok iyi bilen bir uzman olarak İsabel Fry, Osmanlı maarif sistemi ve kurumları üzerine incelemeler yapmıştır. Ülkemizde eğitimin birikmiş meselelerine yakından tanıklık ettikten sonra bu konu hakkında detaylı bir rapor hazırlamıştır. İngiliz uzmana göre Osmanlılarda kız çocuklarının eğitim düzeyleri, olanakları ve öğretmenlerin donanımları Avrupa’dakilerle kıyaslanmayacak kadar geri durumdaydı. Okulların müfredatlarını da oldukça yetersiz bulan İsabel Fry, Osmanlılarda yabancı dil eğitimine çok geç başlanıldığına dikkat çekmiştir. Osmanlı maarif sisteminde köklü bir değişime ihtiyaç duyulduğunu tespit eden İsabel Fry, Avrupa’dan getirilecek tecrübeli öğretmenlerin Türkiye’de en az beş yıl kalması gerektiğini öne sürmüştür. Ülkemize Avrupa’dan gelen ilk kadın eğitimcilerden birisi olan İsabel Fry’ın Maarif Nezareti’ne sunduğu rapordan sonra kız okullarında kısmi bir iyileşme yaşanmıştır. Fakat dönemin ağır koşulları İsabel Fry’ın raporundaki tespitlerin hayata geçirilmesine mani olmuştur. İşlerinin yoğunluğundan dolayı Türkiye’de ancak bir yıl ikamet edebilen İsabel Fry’ın eğitim hakkındaki görüşleri İttihat ve Terakki üzerinde bir hayli etki bırakmıştır. İsabel Fry, 31 Mart Vak’asından sonra Halide Edip’i Londra’ya davet etmiştir. Halide Edip İngiltere’de yakından tanıma fırsatı bulduğu İsabel Fry’ın özelikle kız çocuklarının eğitimi ile ilgili düşüncelerinin tesirinde kalmıştır. Halide Edip’in zihninde zamanla yerleşen kadın imgesine tesir eden bilim insanlarından birisi de İsabel Fry Oldu. Halide Edip’in zihin dünyasında bıraktığı etkiler açısından İsabel Fry dolaylı olarak Türkiye’de kadın haklarının gelişmesine de katkı sağlamıştır.
  • Öğe
    Güneydoğu Anadolu Bölgesinde açılmış halkevlerinin sosyokültürel yapıya etkileri
    (İksad Publications House, 2018-05-15) Özteke, Fahri
    Tek parti döneminde ulusal ve çağdaş bir eğitim öğretim sistemi meydana getirme ülküsüyle açılmış devrim kurumlarının başında Halkevleri gelmiştir. Halkevleri sıradan bir eğitim öğretim kurumu olmanın ötesinde toplumsal yapıya doğrudan tesir etmiş kültür merkezleri olarak da dikkat çekmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 1934 yılından başlayarak 1949 yılına kadar 152 Halkevi ve Halkodası açılmıştır. Bu kurumlar Cumhuriyet kadrolarının yeni kimlik inşasında bölge insanına karşı sergilediği hümanist karakterli endoktrinasyonel uygulamaların mühim bir göstergesidir. Güneydoğu Anadolu bölgesinin çok parçalı etnik yapısından dolayı Halkevleri ve Halkodalarında Türkçe konuşma, okuma ve yazma kurslarına ayrıca önem verilmiştir. Bu kurslar sayesinde 1950’li yılların başında bölge insanının yarıdan fazlası okuryazar hale gelmiştir. Halkevleri aracılığıyla bölge kadınları kamusal yaşamda görünür olmaya başladığı gibi çağdaş ve çekirdek aile yapısı hakkında da daha fazla bilgi edinmişlerdir. Aşiretlerden dolayı yüz yıllardır feodal yapının egemen olduğu Güneydoğu Anadolu bölgesinde, Halkevlerinin sosyal etkinlikleri özgür yurttaş tanımına uygun bireylerin sayısının artmasını sağlamıştır. Halkevleri ve Halkodalarının bando kulüpleri yöre halkını çağdaş müzikle tanıştırmıştır. Halkevlerinin Güzel Sanatlar Şubeleri bölgede sosyal dokunun evrilmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Radyo gibi teknolojik araçlar o günün koşullarında ancak Halkevleri vasıtasıyla Güneydoğu Anadolu bölgesinde bilinmeye başlanmıştır. Halkevleri ve Halkodaları şehirlerden kırsala kadar bölgede ulusal bayramların kutlanmasına öncülük etmiştir. Demokrat Parti iktidarının ilk zamanlarına kadar bölgede çalışmalarını sürdüren Halkevleri, birçok fakir çocuğa sahip çıkarak onların topluma kazandırılmasını sağlamıştır. Halkevleri bünyesinde açılmış poliklinikler Cumhuriyet hükümetlerinin başka bir şekilde de bölgeye sağlık hizmetleri ulaştırmasına yardım etmiştir. Cumhuriyet Halk Partisine bağlı olarak etkinliklerde bulunmuş Halkevleri çeşitli alanlarda sundukları hizmetlerle Güneydoğu Anadolu bölgesinde sosyal devrimlerin hayata geçirilmesini kolaylaştırmıştır.
  • Öğe
    Vatan yahut Darülfünun (1918-1923)
    (Gece Kitaplığı, 2021-09) Özteke, Fahri
  • Öğe
    Din adamlarının ibadet dilinin yerlileştirilmesine karşı gösterdiği olumlu ve olumsuz tepkiler
    (İksad Publications House, 2018) Özteke, Fahri
    İslam Tarihi’nde ana dilde ibadet sorunsalı Hz. Ömer’in hilafet döneminde doğrudan dile getirilmeye başlanmıştır. Avrupa’da ise kutsal metinler XV. yüzyılla beraber Latince dışındaki diğer dillere tercüme edilmiştir. Türklerde Karahanlılar, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Beylikler Döneminde ibadet dilinin yerlileştirilmesine dair bazı teşebbüslerde bulunulmuştur. Fakat ibadet dilinin Türkçe olarak gerçekleştirilmesi ile ilgili ilk ciddi girişimler XIX. yüzyılın ikinci yarısında aynı zamanda bir din adamı da olan Ali Suavi tarafından yapıldı. II. Meşrutiyet Dönemi’ne gelindiğinde Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi düşünürler dışında din adamları da bu konuda meseleye müdahil olarak fikir beyan etmişlerdir. Mehmet Ubeydullah, Musa Kazım, Mustafa Hayri Efendi ve M. Şerafettin Yaltkaya bu din adamlarının başında gelen isimler olmuştur. Atatürk, ilerleyen yıllarda ibadet dilinin mutlak suretle millileştirileceğini Milli Mücadele yıllarındaki uygulamaları ve söylemleri ile zaman zaman ifade etmiştir. Bir devrim kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı 1924-1950 yılları arasında ibadet dilinin Türkçe olarak gerçekleştirilmesi ile ilgili çalışmalara öncülük etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkçe ibadet tartışmaları özellikle şu üç ana eksen etrafında gerçekleşmiştir: Türkçe Kur’an-ı Kerim, Türkçe hutbe ve Türkçe namaz. Başta İsmail Hakkı İzmirli, Elmalı Hamdi Yazır, Mehmet Akif Ersoy, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Cemaleddin Efendi, Hafız Yaşar Okur, Hafız Rıfat Bey, Müfid Efendi, Kamil Miras, Babanzade Ahmet Naim ve Ahmet Hamdi Akseki olmak üzere Cumhuriyet Dönemi’nde birçok din adamı ve düşünür Türkçe ibadet ile ilgili tartışmalara bir şekilde katılmışlardır. 1950 yılına gelindiğinde Türkiye’de iktidar değişmiş ve ibadet dilinde Arapçaya dönülmesi konusunda halkın desteği de alınarak ciddi adımlar atılmıştır. Ancak 1950-1960 arasında da özellikle basın üzerinden ibadet dilinin yerlileştirilmesi ile ilgili tartışmalar yine devam etmiştir
  • Öğe
    Türk devriminin tasavvuf kurumlarıyla kesişen yolları
    (Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2017-02) Özteke, Fahri
    Tasavvuf kurumları, İslâm coğrafyasında bilim ve kültürün gelişmesine katkı sağlamış, insanların bir araya gelerek sosyal bağlarının kuvvetlenmesine vesile olmuştur. Ancak XVII. asırdan itibaren gözle görülür bozulmalar başlamıştır. Osmanlı modernleşme uğraşıları sırasında revize edilmeye çalışılsalar da istenilen neticelere bir türlü ulaşılamamıştır. XX. Yüzyılın başında İttihat ve Terakki Cemiyeti"nin bazı üyeleriyle beraber bu kurumların Türk Devrimi"nin mimarlarıyla bir şekilde yolları kesişmiştir. Tekke ve benzeri kurumlarda vakit geçiren birçok kişinin gerek I. Dünya Savaşı gerekse Milli Mücadele yıllarında yurt savunmasına destekçi oldukları inkâr edilemez bir gerçektir. Cumhuriyetin ilanından sonra devrimci kadro ve tarikat ehli farklı gruplarda yer almıştır. 1925 Şeyh Said isyanından sonra ilişkiler büsbütün kopmuş ve aynı yıl tekke, türbe ve zaviyelerin kapatılmasına karar verilmiştir. Daha sonraki yıllarda bu müesseseler farklı isimlerle tekrar sosyal dokuda yer almaya çalışsa da eski güçlerine kavuşamamışlardır. 1930"lu yıllarla birlikte Cumhuriyet hükümetleri, tarikat kurumlarını ya satışa çıkarmış ya da önemine binaen tadil ettirmiştir