12 sonuçlar
Arama Sonuçları
Listeleniyor 1 - 10 / 12
Öğe Nef’î’nin şiirlerinde narsisizmin yansımaları(ISPEC Publishing, 2020-02) Bozkurt, Kenan; Yalçın, İdrisEdebî eserlere psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşıp bu eserleri psikanalitik yöntemle tahlil etmek Freud’la başlamış ve sonraki psikologlar tarafından geliştirilmiştir. Psikanilitik eleştiri yöntemi sayesinde sanatçıların hayatlarından hareketle bilinçdışının derinliklerine inilmiş ve oradan hareketle edebi eserlerin oluşum süreci hakkında saptamalarda bulunulmuştur. Edebî eserde dile getirilenler bu yöntemle analiz edilmiştir. Bu analizlerde narsizmin önemli bir yeri vardır. Günümüzde kişiliğin tespitinde kullanılan “narsisizm” adını Yunan mitolojisinde sudaki yansımasını görünce o yansımaya, yani kendi kendine âşık olan, ona ulaşmak için suya düşüp boğulan genç ve yakışıklı Narkisos’tan alır. Kişinin kendisindeki eksikliklere karşı geliştirmiş olduğu bir tür savunma mekanizması olan narsisizm kişinin tüm ilgiyi kendisinde toplama gayesidir. Klasik narsist kişilik özellikleri, şiirlerde tefahür olarak karşımıza çıkmaktadır. Klasik şairlerin kendileri ile övünmelerini tefahür, temeddüh, enaniyet, benlik kavramlarını kullanarak ifade etmek mümkünse de söz konusu övünme olunca divan şairleri arasında Nef’î kadar ileri giden megaloman tavrını bu denli yüksek perdeden dile getiren olmamıştır. Şairin kendini tüm şairlerden üstün görmesi ve sanatıyla övünüp kendini dev aynasında görmesi, narsist kişiliğin en temel özelliklerindendir. Bu bağlamda fahriyleriyle ön plana çıkan Nef’î, narsizmin tüm özelliklerinin kendisinde tezahür ettiği bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kişilik bozukluğu olan narsisizmin Nef’î’nin şiirlerine yansımasının nedenlerini erken çocukluk dönemlerinde aramak gerekir. 17. yüzyıl şairi olan Nef’î’nin şiirleri her ne kadar psikanalizin ortaya çıkıp gelişmesinden önceki asırlarda yazılmış olsa bile bu şiirleri, narsisizmi baz alarak okumak ve tahlil etmek mümkündür. Bu çalışmada Nef’î’nin şiirleri, psikanalizin çalışma alanı içerisinde yer alan “narsisizm” baz alınarak şiirlerin tahlil edilmesi amaçlanarak Nef’î’nin hayatından, kişiliğinden ve şiirlerinden hareketle narsist yönü ortaya konmaya çalışılacak ve tavırlarındaki tutarsızlığın psikolojik nedenleri üzerinde durulacaktırÖğe Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr hakkında bir bibliyografya denemesi(Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Dergisi, 2019-12-10) Bozkurt, Kenan14. yüzyılın önemli şair ve nasirlerinden olan, doğuştan kör olduğu için kaynaklarda kendisinden Darîr/Gözsüz diye bahsedilen Mustafa b. Yûsuf b. Ömer ed-Darîr el-Erzeni’r-Rûmî, Türkçenin konuşulduğu Anadolu, Suriye, Mısır gibi değişik coğrafyalarda hayatını sürdürmüştür. Erzurum’da doğup burada yetiştiği için “Erzurumlu” olarak anılmaktadır; ancak onun hayatı hakkındaki bilgilerimiz, kaynak eksikliğinden dolayı oldukça sınırlı olup kendisinin eserlerinde verdiği sınırlı bilgiden ibarettir. Yazdığı eserlerle tanınan Darîr, özellikle Kıssa-yı Yûsuf ve Sîretü’n-Nebî adlı eserleriyle kendinden sonra yetişmiş ve bu alanda eser vermiş şairleri etkilemiştir. Bu anlamda Darîr’i Anadolu’da teşekkül eden İslam etkisindeki Türk edebiyatının kurucu şahsiyetlerinden biri olarak görmek gerekmektedir. Onun bu önemi, yazdığı eserlerde de kendini göstermekte olup eserleri, Türk nesir dilinin şekillenmesindeki etkisinden dolayı bu alanda çalışma yapacaklar için bir hazinedir. Eserlerinin dil tarihi araştırmalarında sahip olduğu özellikten ötürü yerli ve yabancı birçok araştırmacının dikkatini çekmiş ve eserleri üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Bu çalışmamız, son zamanlarda bilimsel alanlarda gittikçe ihtiyaç duyulan bibliyografya çalışmalarına katkı sunmak amacıyla Kadı Darîr ve eserleri üzerinde yapılan çalışmaların bir kaynakça tasnifini içermektedir. Bu amaçla da Darîr ve eserleri üzerinde yapılan kitap, tez, makale, bildiri, ansiklopedi maddeleri, edebiyat tarihleri vb. çalışmaların kaynakça tasniflerini içermekte olup bir bibliyografya denemesi olarak hazırlanmıştır.Öğe Nef’î’nin şiirlerinde narsisizmin yansımaları(ATLAS Journal International Refereed Journal On Social Sciences, 2020-02-20) Bozkurt, Kenan; Yalçın, İdrisEdebî eserlere psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşıp bu eserleri psikanalitik yöntemle tahlil etmek Freud’la başlamış ve sonraki psikologlar tarafından geliştirilmiştir. Psikanalitik eleştiri yöntemi sayesinde sanatçıların hayatlarından hareketle bilinçdışının derinliklerine inilmiş ve oradan hareketle edebi eserlerin oluşum süreci hakkında saptamalarda bulunulmuştur. Edebî eserde dile getirilenler bu yöntemle analiz edilmiştir. Bu analizlerde narsizmin önemli bir yeri vardır. Günümüzde kişiliğin tespitinde kullanılan “narsisizm” adını Yunan mitolojisinde sudaki yansımasını görünce o yansımaya, yani kendi kendine âşık olan, ona ulaşmak için suya düşüp boğulan genç ve yakışıklı Narkisos’tan alır. Kişinin kendisindeki eksikliklere karşı geliştirmiş olduğu bir tür savunma mekanizması olan narsisizm kişinin tüm ilgiyi kendisinde toplama gayesidir. Klasik narsist kişilik özellikleri, şiirlerde tefahür olarak karşımıza çıkmaktadır. Klasik şairlerin kendileri ile övünmelerini tefahür, temeddüh, enaniyet, benlik kavramlarını kullanarak ifade etmek mümkünse de söz konusu övünme olunca divan şairleri arasında Nef’î kadar ileri giden megaloman tavrını bu denli yüksek perdeden dile getiren olmamıştır. Şairin kendini tüm şairlerden üstün görmesi ve sanatıyla övünüp kendini dev aynasında görmesi, narsist kişiliğin en temel özelliklerindendir. Bu bağlamda fahriyeleriyle ön plana çıkan Nef’î, narsizmin tüm özelliklerinin kendisinde tezahür ettiği bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kişilik bozukluğu olan narsisizmin Nef’î’nin şiirlerine yansımasının nedenlerini erken çocukluk dönemlerinde aramak gerekir. 17. yüzyıl şairi olan Nef’î’nin şiirleri her ne kadar psikanalizin ortaya çıkıp gelişmesinden önceki asırlarda yazılmış olsa bile bu şiirleri, narsisizmi baz alarak okumak ve tahlil etmek mümkündür. Bu çalışmada Nef’î’nin şiirleri, psikanalizin çalışma alanı içerisinde yer alan “narsisizm” baz alınarak tahlil edilmesi amaçlanarak Nef’î’nin hayatından, kişiliğinden ve şiirlerinden hareketle narsist yönü ortaya konmaya çalışılacak ve tavırlarındaki tutarsızlığın psikolojik nedenleri üzerinde durulacaktır.Öğe Bâkî’nin şiirlerinde tasavvuf, aşkın ezelî boyutu ve güzellik(Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2017-12) Bozkurt, KenanTürk edebiyatının en büyük şâirlerinden biri olan ve döneminde “sultânü’ş-şuarâ” olarak kabul edilen Bâkî’nin sahip olduğu şöhret, günümüzde de devam etmektedir. Şâirin sahip olduğu bu şöhretten dolayı gerek edebiyat tarihlerinde gerek müstakil çalışmalarda kendisine özel bir yer ayrılmıştır. Ancak Bâkî üzerine yapılan birçok çalışmada hakkında verilen hükümler birbirini tekrarlar mahiyette olduğundan şâirin birçok yönünün gölgede kalmasına neden olmuştur. Şâirin gölgede kalan/bırakılan yönlerinden biri de onun şiirlerinde yer alan tasavvufî boyuttur. Şâir, bu boyutu genel itibariyle aşk ve güzellik üzerinden ele almıştır. Ancak Tanzimat’la beraber düşünce dünyamızda yaşanan değişim, aşk ve güzelliğe yüklenen anlam da değişmiştir. Bu değişim şâirin ele aldığı aşk ve güzellikle bizim ele aldığımız aşk ve güzellik arasında anlamsal olarak bir kopukluğun ve ayrışmanın yaşanmasına neden olmuştur. Bu kopukluk ve ayrışma, ister istemez şâirin şiirlerinin doğru bir şekilde anlaşılmasını engellemiştir. Günümüzde karşı cinslerin birbirine duyduğu sevgiyi karşılayan aşk, tarih boyunca neliği ve kaynağı sürekli tartışılmış, tamamen beşerî bir duygu olarak ele alındığı gibi, ilahî nefhanın bir parçası olarak da kabul görmüştür. Özellikle ezoterik düşüncenin savunucuları, aşkı ilahî nefhanın bir parçası kabul etmiştir. Klasik şiirin en büyük şâiri olarak kabul gören Bâkî’nin eserleri üzerinde çalışma yapanlar, genel olarak şâirin şiirlerinde işlediği aşkı beşerî boyutta ele almış ve bu aşkın tasavvufla olan bağlantısını görmezden gelmiştir. Ancak şâirin şiirlerinde aşk, gündelik anlamıyla ele alındığı gibi beşeri aşan, aşkın/transandantal bir boyutla da ele alınmıştır. Özellikle bazı şiirlerinde aşk, varoluşu aşan, yaratılışla başlayan ve ilahî kudrete duyulan bir duygu olup ezelî bir nitelik taşır ve aşkın maddî varoluştan önce olduğu görülür. Şâirin aşkı bu anlamda ele alması, onun aşka yüce bir anlam yüklediğinin de göstergesidir. Bu anlamda şâir, aşkı sadece bir duygu olarak değil, ontolojik ve epistemolojik bir olgu olarak ele alır. Zira şâirin aşka yüklediği ezelî boyut ve aşkın varoluşun asıl gayesine dönüşmesi, aşkın bir bilgi edinme yöntemi olarak görülmesini sağlar. Bu da “İnsanın Tanrı’ya ancak aşkla ulaşabileceği” düşüncesinin bir tezahüründen ibarettir. Bâkî, güzelliği de bu aşkın bir parçası olarak ele alır ve bu bilgi edinme sürecinde güzelliği temel unsur olarak görür. Şâir, tasavvufta sıkça tekrarlanan “Küntü kenzen mahfiyyen/Ben gizli bir hazineydim.” hadisinden hareketle bilinmeyi aşk olarak kabul eder ve güzelliği de bu aşkın ortaya çıkmasını sağlayan Allah’ın cemâl sıfatı olarak tanımlar. Bâkî, Tanrı’nın insanı kendi suretinden yarattığı ve insanın güzelliğini tecellî yoluyla ondan aldığı düşüncesinden hareketle âlemdeki her türlü güzelliği Allah’ın güzelliğinden bir cüz olarak görür. Şâire göre idrak sahibi insanlar, bu güzelliği temâşâ ederek cüzden külle ulaşması mümkündür. Ancak, insan maddî dünyaya inmeden önce her ne kadar ilahî güzelliği temâşâ ederek aşka tutulmuş olsa da maddî boyuta büründükten sonra ezel bezminde temâşâ ettiği güzelliği unutmuştur. İnsan, maddî boyutta bu güzelliği tam olarak hatırlamasa da onda var olan güzellik imgesi, onu gördüğü her güzelliğe meylettirir. Bu yüzden insan gördüğü her maddî güzelliğe tutularak ona meftun olur. Bu anlamda cüz, olgunluğa ermemiş âşık için külle varmada bir engeldir. Âşık, cüzden kurtulmak için, diğer bir deyişle maddî boyutun ardında gizli olan ilahî boyutu idrak edebilmek için kalp gözünün açılması gerekir. Kalp gözünün açılması da ancak aşk ile mümkün olduğundan aşk epistemolojik ve ontolojik bir boyuta bürünerek karşımıza çıkar ve aşk, Bâkî’nin şiirinde mutlak olana ulaşmada “ezel”den insana yoldaş olmuş bir rehbere dönüşür. Aşka ve güzelliğe şâirin yüklediği ontolojik ve epistemolojik anlamı dikkate aldığımızda Bâkî’nin divanında ele aldığı aşkın ve güzelliğin iddia edildiği gibi tasavvuftan uzak, maddî boyutta olmadığı, aksine aşk ve güzelliğin tasavvufî bir boyut taşıdığını göstermektedir. Bu çalışmamızda Bâkî’nin ele aldığı aşk ve güzellik meselesini ele alıp aşk ve güzelliğin ilahî olan boyutunu irdelemeye çalışacağız.Öğe Necâtî Bey’in kasidelerinde hâmî ve caize arayışı(ASOS Journal Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2020-02-29) Bozkurt, Kenan; Yalçın, İdrisKlasik şairlerin devlet ricaline yakın olma ve edebî faaliyetlerini bu şahsiyetlerin himâyesinde devam ettirip kendilerine bu şekilde bir statü elde etmek istemeleri, Ortaçağ Doğu ve Batı dünyasında kabul gören bir geleneğin parçasıdır. Başkentler, saraylar, devrin ileri gelenlerinin konakları, şair-hâmî ilişkilerinin en sık yaşandığı yerler olmuştur. Ancak Doğu dünyasında peygamberin Ka’b bin Züheyr’in yazdığı ve Kaside-i Bürde olarak bilinen şiir karşılığında kendisine hırkasını hediye etmesi, şaire hediye verilmesinin sünnet addedilmesini ve dinsel bir formasyon kazanmasını sağlamıştır. Sanatçı, eserini iktidara sunarak makam, mevki, caize ve şöhret elde ederken iktidar sahipleri de iktidarlarını bu sayede geniş halk kitlelerine yayma fırsatı yakalardı. Bu anlamda şairin hâmîsine sunduğu eser, salt caize elde etme amacından daha öte anlamlar ifade etmektedir.15. yüzyılın önemli şairlerinden Necâtî Bey’in de hayatında hâmîlik izlerini ve kasidelerini sunduğu devlet ricalinden caize talep ettiğini görmek mümkündür. Şairin kasidelerini baz alarak şairin himâye ve caize talebini ortaya koymak bu çalışmanın ana eksenini oluşturmaktadırÖğe Sayıların gizemli dünyası kültür ve edebiyatta sayı sembolizmi(Batman Üniversitesi, 2012-04) Bozkurt, Kenan; Bozkurt, HacerSayılar, günlük hayatta nicel değerlendirmelerin temel elemanı olarak yer alan bir işaretler sistemidir. Nicelik yönünden, zaman ve mekân üzerinde konumlandıran bu sistem, günlük hayatta matematiksel kullanımlarının dışına çıkarak kazandıkları değerlerle yeni bir kimliğe bürünür. Bu kimliğin belirleyicileri, her toplumun az çok alışverişte bulunduğu diğer toplumların kültürleri ve sosyal yaşantılarıdır. Temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış dini inançlar, tecrübeler, esinlenmeler sayılar etrafında gelişen, nitel denilebilecek değerlerin kaynağı olarak gösterilebilir. Bu bildirimizde kültür ve edebiyatımızda sıkça kullanılan 1, 3ve 40 sayılarının sahip oldukları nitel anlamlar üzerinde durularak bu sayıların kullanımları örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır.Öğe Fuzûlî’nin şiir estetiğinde güzelliğin prototipleri(Selçuk Üniversitesi, 2018-06) Bozkurt, KenanFuzûlî’nin estetiğinde güzelliğin ne olduğu hususu, doğrudan ele alınıp işlenmediği gibi güzelliğin bizzat kendisi anlatılmaz. Şâir, güzelliği en yetkin örnekleri üzerinden hareketle anlatma yoluna gider ki bunlar, genelde güzelliği kâmil bir şekilde ortaya koyacak görsel varlıklar, güzelliğiyle dillere destan olmuş şahıslar, soyut ya da sanatsal yönü olan varlıklardır. Güzelliği karşılamak için şâirin kullandığı prototipler, insan zihninde anlamlanan, farklı obje ve olguların değişebilen ortak özelliklerini yansıtan temsil objesine dönüşür. Böylece güzelliği temsil eden prototip, zihin ve dil arasındaki ilişkinin en önemli unsuru olur. Hatta prototip, güzelliğin yerini alacak bir temsiliyet kazanır. Fuzûlî’nin güzellik için kullandığı benzetilen unsur ile güzellik arasında kurduğu özdeşlik, parçanın bütüne ait tüm anlamsal içerimleri kapsadığından güzelliğin kemâlini anlatacak sıfatlara gerek duyulmaksızın prototip üzerinden güzellik, kâmil bir şekilde anlatılmış olur. Şâirin başvurduğu bu anlatım yolu, prototipler üzerinden hareketle güzelliği anlatmaktır. Bu çalışmamızda Fuzûlî’nin şiir estetiğinde güzelliğin ifade aracı olan prototipleri ve bu prototiplerin işlevi, türleri ve nasıl oluşturulduğu üzerinde duracağız.Öğe Benlik hazinesinin keşfinde İskender’in içsel yolculuğu(Turkish Studies - Language and Literature, 2019-09-10) Bozkurt, KenanKlasik metinler ve halk anlatıları toplumun değer yargılarının, inanışlarının sevinç ve korkularının dışa vurumu olduğu gibi bireyin kendini tanıması, varoluşunun bilincine varması bağlamında önemli unsurları ve sembolik anlatımları bünyesinde barındırır. Edebî metinlerde kullanılan birçok hayali unsur, bize fantastik gelirken Jung’un psikolojik yaklaşımında bu unsurlar, birer arketip olarak karşımıza çıkar. Masal, destan, mitoloji gibi anlatımlarda sıkça karşımıza çıkan arketipsel sembolizm, klasik şiirin destanları/romanları olan mesnevilerde kullanılan sembolik anlatımlarla benzerlik gösterir. Özellikle destansı bir nitelik taşıyan Ahmedî’nin İskender-nâme adlı eserinin, kökeni ritüel ve mitoslara dayanan “ayrılma-erginlenme-dönüş” arketiplerine uygun olarak bireyselleşme mücadelesi, “yüce birey, anima-animus ve gölge” arketiplerinin tüm özelliklerini yansıttığını görmekteyiz. Eserde görülen tüm bu kavramlar, aynı zamanda tasavvufî anlamları da içinde barındırır. Tasavvufta insan-ı kâmil olma yolunda salikin aşması gereken süreçlerle Jung psikolojisinin asıl gayesini oluşturan bireyleşim aşamaları birebir benzerlik gösterir. Bu benzerliği İskender-nâmede açık bir şekilde görmek mümkündür. İskender’in gördüğü rüyanın ilahî bir sembol olduğunu anlamasıyla başlayan yolculuğu ve bu yolculukta yaşadığı tüm maceralar onun kemalata/ insan-ı kâmil mertebesine ulaşmadaki aşamaları içermektedir. İskender’in yaptığı mücadelelerin, ejderha, şeytan ve devlerle giriştiği savaşın ve Hızır ile ab-ı hayatı bulmak için çıktığı zorlu yolculuğun kahramanın bireyleşim/kemalat sürecindeki etkileri şâir, bir takım semboller üzerinden anlatmıştır. Bu çalışmada XIV. yüzyıl şâirlerinden Ahmedî’nin İskender-nâme adlı eseri, kahramanlık mitosuna ve arketipsel sembolizme göre ele alınıp incelenmiştir.Öğe Temâşâ kavramı ve Fuzûlî’de güzelliğin temâşâ boyutu(Journal of Turkish Studies, 2016-06-25) Bozkurt, KenanDüşünme kısaca, bir sonuca, bir karara varmak amacıyla bilgileri toplamak, incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak yeni sonuçlar çıkarmak, bunların faydalılarını zararlılarından ayırmaktır. Düşünme, insana özgü bir eylem olmakla beraber düşünme tarzı insandan insana ve toplumdan topluma farklılık arz eder. Her insanın bir düşünme, fikir edinme tarzı olduğu gibi her toplumun da kendine has, bir düşünce tarzı vardır ve buna ulusal tefekkür tarzı denilir. Bu bağlamda Doğu insanının kendisine has düşünme tarzına, görme biçimine “temâşâ” adı verilir. Sözlüklerde düşünmek, bir şeyi seyretme anlamına gelen “temâşâ”yla maddenin gerçekliğinden sıyrılarak onun ardında yatan gerçekliğe ulaşma amaçlanır. Doğu’nun bu tarz bir düşünceye sahip olmasının temelinde Batı düşüncesinin temel özelliği olan maddeyi kutsama fikrine sahip olmaması yatar. Doğu insanı, varlığın hakîkatine ulaşmak istediğinde eşya ve maddedeki her türlü hususiyeti öze ulaşabilmek, manevi olana yükselmek için bir araç olarak kullanır. Maddenin bu şekilde araçsallaşması, arifane bakış açısının bir sonucudur. İslâm düşüncesinde eşyanın gerçekliği söz konusu olmadığından gerçekliği olmayan bir şeye saplanıp kalmak doğru olmadığı gibi her varlık, onu var eden yaratıcısından izler taşıdığından varlık ancak yaratıcısını haykıran bir işaret olabilir. Maddeyi temâşâ eden arif, bir vecd hâliyle bu işaretleri takip ederek maddeden sıyrılır ve onun gerçekliği ardında gizli olan hakîkate ulaşmayı hedefler. Fuzûlî’nin eserlerinde çok yoğun bir şekilde işlenen konuların başında gelen güzellik, varlıkta bulunan ve elde edilmek istenen varlıktaki salt ölçü, düzen ve mükemmellik değildir. Aksine güzellik varlığın üstünde yer alan ve ilahî gerçekliğin bir parçasıdır. Bu anlamda varlıkta ışıyan güzellik, aşkın olanın varlıktaki tezahürüdür ve şiirde keşfedilmeyi bekleyen bir temâşâ unsurudur. Şâirin amacı da bu güzelliği temellük etme, onu yüceltme olmayıp mutlak güzelliğin eşyada ışıyan tecellîlerinden hareketle onun künhüne varmaktır. Bu anlamda şâirin ele aldığı tüm güzellikler, bir temâşâ boyutuna sahip olup Allâh’ın güzelliğine ve mükemmelliğine bizi ulaştıracak birer araçtır. Bu çalışmamızda temâşâ kavramını ele alarak Klasik şiirin en büyük şâirlerinden biri olan Fuzûlî’nin güzelliğe nasıl baktığını ve güzelliğin onun elinde nasıl bir temâşâ objesine dönüştüğünü incelemeye çalışacağız.Öğe Bâkî Fuzûlî Şeyhülislâm Yahyâ ve Nedîm divanlarında haz kavramı(Journal of Turkish Studies, 2015-01) Bozkurt, KenanMutluluk uyandıran, zevk veren tüm duyguların karşılığı olarak kullanılan haz kavramı, Divân şiirinde çok sık olarak işlenen temalardandır. Haz, şâirlerin hazza bakışlarına, kişisel özelliklerine, mensubu olduğu düşüncelere, bağlı olduğu tarikatlara göre farklılık arz etmektedir. Bazı şâirler, şiirlerinde dünyevi arzuları, bedensel zevkleri işlerken bazı şâirler ise manevîyattan, aşk ve aşkın hallerinden duydukları zevki konu edinmektedirler. Kişinin haz kavramını ele alması, kişiyi hazzı yaşayan biri haline getirmez. Kişinin hazzı yaşayan, onu tadan biri olması için hazzı hayatının merkezine oturtup ona dair bir felsefî altyapı oluşturması gerekmektedir. Haz kavramını ele alan birçok Divân şâirinin bu felsefî ve düşünsel altyapıyı oluşturduklarını, aşk kavramını ele alırken bu felsefî ve düşünsel altyapıdan hareket ettiklerini görürüz. Şâirlerin kendilerini rind, âşık, mutasavvıf, zahid olarak tanıtmaları onların aldıkları hazzın felsefî arka planı hakkında bilgiler verir. Ama Divân şiirinin klişe yapısı içinde, hazzın da klişe bir kavram olarak kullanıldığına şahit olmaktayız. Hayatı boyunca içkinin bir damlasını ağzına almayan, meyhânenin yolunu bile bilmeyen şeyhülislâmların şarabın ve meyhânenin verdiği zevkten başlarının nasıl döndüğünü ballandırarak anlattığı görülür. Peki bunu nasıl izah etmeliyiz? Bunu izah için de devreye Divân şiirinin sembol dili girmekte; şarap, meyhâne gibi kavramlar tasavvufun sembolik dilindeki anlamlarıyla düşünmemiz gerekmektedir ki şâirlerin asıl maksatlarını ne olduğunu anlayabilelim. Bu çalışmamızda Divân şiirinin dört büyük şâiri Bâkî, Fuzûlî, Şeyhülislâm Yahyâ ve Nedîm’in divânlarında hazzı nasıl ele aldıklarını incelemeye çalışacağız.