45 sonuçlar
Arama Sonuçları
Listeleniyor 1 - 10 / 45
Öğe İktidar muhalefet ilişkisine bir örnek: Atatürk’ü Koruma Kanunu(Turkish Studies, 2013-01) İlyas, Ahmetİkinci Dünya Savaşı’nı kazanan kapitalist güçlerin San Francisco Konferansı’nda “demokrasiye geçmiş ülkeler istiyoruz” çağrısı Türkiye’de de yankılandı. Bu yankı kendisini siyasal partilerin kurulmasına zemin hazırlayarak gösterdi. Bizzat İsmet İnönü’nün ya da mevcut şartların tesiriyle oluşturulan siyasal ortam Türkiye’de muhalefet olgusunun şekillenmesine yardımcı olduğu ileri sürülebilir. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çerçevesinde yasaya muhalefet eden Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan, Emin Sazak gibi milletvekilleri iktidar partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa ederek Celal Bayar öncülüğünde Demokrat Parti’yi kurarak muhalefete başladılar. Cumhuriyet döneminde üçüncü kez çok partili hayata geçiş denemesi olan Demokrat Parti’nin kurulması, Osmanlı Devleti’nden bu yana devam etmekte olan iktidar-muhalefet ilişkisinin yeni bir safhasını oluşturdu. Bu çalışmanın ana teması Türk modernleşmesinin bir argümanı olan II. Meşrutiyet sonrası kurulan siyasi partilerin, 1950 yılına kadar ki mücadeledi üzerine inşa edilmiştir. Makalenin ana önermesi 1951 yılında çıkarılmış olan Atatürk’ü Koruma Kanunu üzerinden değerlendirilecektir. Atatürk’ü Koruma Kanunu, Atatürk’ün büst ve heykellerine karşı yapılan fiili ve sözlü saldırıları önlemeye yönelik çıkarılmış bir yasadır. Kanun hazırlanırken, iktidar ve muhalefet milletvekillerinin birbirlerine karşı yapmış oldukları psikolojik hareket iktidar muhalefet ilişkisi paydasında ortaya konulacaktır. Çalışmanın sonunda elde edilen bulgulara göre Türkiye’de demokrasi kültürünün yerleşmediği ya da yerleştirilemediği, demokrasi söyleminin ise grupların birbirlerini alt etme temelinde hareket ettiği anlaşılacaktırÖğe Yerel basına göre 1935-1950 yılları arasında Urfa’da mahalli ve milli bayram kutlamaları(Bingöl Üniversitesi, 2018-10-01) İlyas, AhmetMilli bayram olgusu, toplumların ortak sevinçlerini, değerlerini ortaya koyan başat kavramlardandır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde İyd-i Milli dışında bir ulusal bayramın kutlanmaması önemli bir problemdir. Özellikle Osmanlı Devleti gibi birçokulusu bünyesinde barındıran bir imparatorluğun, ayakta kalmasını sağlamanın yollarından biri ya milli bayramlar, ya dinsel ortak özne, ya da ortak bir geçmişe sahip olmaktır. Ancak bu üç realite de Osmanlı toplumu için uzak kavramlardı.Milli Mücadele sonrası devletin yapılanma ve inşa sürecinde uluslaşma aşmasını somutlaştırmak, rejimin benimsetilmesini sağlamak amacıyla milli bayramların yaygınlaştırılmasınadikkat edildi. Meclisin açıldığı 23 Nisan, günü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak, Osmanlı’dan kalan İdman Bayramı, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs ile birleştirilerek 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, saltanatın kaldırılıp Cumhuriyet’in ilan edildiği tarih olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve nihayetinde Yunanlıların yenilgiye uğratıldığı 30 Ağustos Zafer Bayramı olarak kutlanması kararı alındı. Bu ulusal bayramların kutlanma süreci bu çalışmada Urfa örneğinde ele alındı. Ayrıca Urfa’nın düşman işgalinden kurtulduğu tarih olan 11 Nisan mahalli bayram kutlamaları da bu çalışmanın ana omurgasını oluşturmaktadır. Çalışma, bayramların resmi olarak kutlanmasının miladı olan 1935 yılından başlar 1950 yılına kadar ki süreci içermektedir. Bu süreçler içerisinde Urfa’da yaşanan bayram coşkuları yerel gazetelere yansıdığı şekilde verilmeye çalışıldı.Öğe Milli Mücadelede önemli bir şahsiyset: Ali Saip Ursavaş(Turkish Studies, 2015-09) İlyas, AhmetMilli Mücadele’nin önemli kahramanlarından biri olan Ali Saip, Urfa’nın savunulması sırasında göstermiş olduğu başarıları nedeniyle, Mustafa Kemal Paşa tarafından Urfa Savaşçısı anlamındaki Ursavaş soyadı verilmiş, İstiklal Madalyası’na sahip olan önemli şahsiyetler arasında yer almaktadır. Milli Mücadele’nin askeri safhası sonrası, diğer arkadaşları gibi siyaset arenasına girmiş, Urfa ve Kozan milletvekilliği yapmıştır. Ayrıca Konya İstiklal Mahkemesi başkanlığı yaparken, Şeyh Said’in yargılanması sırasında İstiklal Mahkemesi Üyesi olarak da önemli kararlara imza atmıştır. Bu çalışmada, Ali Saip Ursavaş’ın kısa bir biyografisi tahlil edilmeyi amaçlanmış ve onun siyasal hayatının yanı sıra, bürokratik faaliyetlerine yer verilerek doğrudan tahlil edilmesi amaçlanmıştır. Zira Ursavaş, yaşadığı dönemde birçok suçlamalarla karşılaşmış, bu suçlamalar günümüze kadar ulaşmıştır. Bu çalışmada Ursavaş’ın karşılaştığı suçlamaları, dönemin önemli kaynaklarına yer verilerek aydınlatılması esas amaç olacaktır. Diğer taraftan Ursavaş’ın siyasi bir kimlik olarak, yeni kurulmuş olan Türk Devleti’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki uygulamalarına yardımcı olacak bir aktör olarak, edinmiş olduğu izlenimler de bu çalışmada yer alacaktır. Çalışmanın son kısmında Atatürk’e yapılan suikasta ismi geçen Ali Saip Ursavaş, siyasi olarak gözden düşmüş, her ne kadar kendini aklamaya çalıştıysa da bunda başarılı olamamıştır. Bundan sonraki yaşamında gözden düşen Milli Mücadele kahramanının yaşamı da bu makalenin son kısmında verilmeye çalışılacaktır.Öğe Memlûk Askerî Teşkilatıyla ilgili yapılmış bazı araştırmalara dair(Gaziantep Üniversitesi, 2015-04) Ağır, Abdullah MesutOrdu teşkilatı Türk devletlerinin her zaman ihtimam gösterdikleri bir husus olmuştur. Çeşitli coğrafyalarda hüküm sürmüş ve muhtelif devletler kurmuş olan Türklerin, her zaman savaşmaya hazır, düzenli ve disiplinli askerleri mevcuttu. Bu işi daha sistemli yürütmek adına, bazı devletlerde askerî okulların bulunduğu ve sultanların bu kurumlara büyük ilgi gösterdikleri bilinmektedir. Diğer devletler gibi, Ortadoğu’da etkin bir ağırlığı bulunan Memlûk Türk Devleti de ordu teşkilatına büyük önem vermiştir. Devletin temel kurumlarından birisi olan tibâk askeri okullarından nice kabiliyetli askerler ile devletin istikbaline yön verecek olan sultanlar, emirler ve bürokratlar yetişmiştir. Memlûkların devlet sistemi ve askeri teşkilat yapısı, orijinal niteliğinden dolayı doğulu batılı birçok araştırmacının ilgisini çekmiş ve bu alanda çeşitli kitap ve makale çalışmaları yapılmıştır. Biz bu çalışmada alana katkı sağlayan dikkate değer bazı araştırmacı ve bunların eserlerini tanıtmaya çalışacağızÖğe XVI. yüzyıl başlarında Balkan şehirlerinde nüfus: Sağkol Kazaları örneğinde bir tarihsel demografi denemesi(Kyrgyz-Turkish Manas University, 2021-07-30) Alaca, HanifeOsmanlı Devleti’nde nüfus ile ilgili bilgileri içeren en kapsamlı sayımlar XVI. yüzyıl boyunca gerçekleştirilmiştir. Bu sayımlar tımar sistemiyle bağlantılı olarak devlet genelinde vergi potansiyelini belirlemek üzere yapılmış ve bunun neticesinde defterler düzenlenmiştir. Tahrir defterleri adı verilen bu defterler sayesinde bir bölgenin nüfus yapısı hakkında bilgiler elde etmek mümkün olmuştur. Çimpe Kalesi’nin alınmasından sonra Osmanlı Devleti Balkanlar’da yerleşmeye başlamıştır. Balkanlar’da devam eden fetihler sonucunda “Rumeli Eyaleti” teşkil edilmiştir. Rumeli Eyaleti, Osmanlı’nın idari, askeri ve ekonomik yönden en önemli eyaletidir. Rumeli, idari teşkilatlanmada sağkol, solkol ve ortakol olmak üzere kazalara ayrılmıştır. Bu çalışmanın amacı, 370 Numaralı Tapu Tahrir Defteri’nden elde edilen bilgiler ışığında, Rumeli sağkol olarak adlandırılan “Edirne, Dimetoka, Ferecik, Keşan, Kızılağaç, Zağra-i Eskihisar, İpsala, Filibe, Tatarbazarı, Samakov, Üsküb, Kalkandelen, Kırçova, Manastır, Pirlepe ve Köprülü” kazalarında yer alan ve şehir özelliği taşıyan yerleşmelerde Müslüman ve gayrimüslim nüfusun demografik yapılarını tespit etmektir. Böylece, Osmanlı Devleti hâkimiyetinde yer alan Balkan coğrafyasında Müslüman ve gayrimüslim mahallelerinin özellikleri ve sosyal ilişkileri ortaya konmaya çalışılacaktır. Çalışmanın özgünlüğü, XVI. yüzyıl başlarında nüfus araştırılması için dönemin ana kaynağı sayılan tahrir defterlerini analiz etmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca Osmanlı idari yapısı içinde en önemli birimlerden olan Rumeli Eyaletinin nüfusu hakkında kapsayıcı başka herhangi bir çalışmanın bulunmaması da araştırmanın önemini artırmaktadır.Öğe II. Dönem Urfa Milletvekillerinden Mehmet Refet (Ülgen) Bey’in hayatı ve meclis faaliyetleri(Celal ÖNEY, 2018-04-24) İdem, TekinBu çalışmada II-VI. Yasama dönemlerinde Urfa Milletvekili olarak TBMM’de görev yapan Mehmet Refet (Ülgen) Bey’in biyografisi ve II. Yasama Dönemi meclis çalışmalarına katkısını ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. II. Yasama Dönemi, Türk devrim tarihi içerisinde özel bir yere sahiptir. Cumhuriyetin fikri temellerinin atılması ve kurumsallaştırılması genel olarak bu dönemde gerçekleşmiştir. Budapeşte Büyükelçiliği’ne atanması üzerine Urfa Milletvekilliğinden istifa eden Hüsrev (Gerede) Bey’in yerine 1924 yılında yapılan ara seçimlerde Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürü Mehmet Refet (Ülgen) Bey, Urfa milletvekili olarak seçilmiştir. 11 Ocak 1925’te TBMM’ye katılan Mehmet Refet Bey; kendisinin de bir öğretmen olması, uzun yıllar ülkenin birçok yerinde öğretmenlik ve idarecilik yapmış olması sebebiyle Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorunlarına hakim bir kişidir. Milletvekilliği döneminde özellikle eğitim camiasının sorunlarını TBMM’ye taşımış ve bu sorunların çözümü için çaba sarf etmiştir. Öğretmenlerin askerlik süresi, İlköğrenimin Türk okullarında yaptırılması, Maarif Teşkilatı Kanunu’nun değiştirilmesi, Türkiye’de Türkçe konuşulması, Lise ve ortaokullara parasız yatılı öğrenci alınması, Milli Mücadele’deki fedakarlıklarından dolayı Urfa Vilayeti’nin manevi şahsına Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası verilmesi Mehmet Refet Bey’in yapmış olduğu kanun tekliflerinden öne çıkanlardır.Öğe 27 Mayıs Askeri Darbesi’nin sancıları ve orduda tasfiyeler 1960-1964(Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2016-06) İlyas, AhmetTürk siyasal hayatında iktidarı ele geçirme paradigması olan askerin darbe yapma kültürü, Osmanlı Devlet geleneğinden gelen bir külttü. Bu kültün oluşum ve gelişim aşaması, devletçi seçkinler tarafından Cumhuriyet Türkiye’sine miras bırakıldı. HenüzBab-ı Ali hükümet darbesi zihinlerdeyken, Türk Silahlı Kuvvetlerince 27 Mayıs 1960 yılında yapılan askeri darbe, ülke siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 27 Mayıs Askeri Darbesi sonrası ülkede oluşan siyasi ve sosyal gelişmelerin yanında askeri alanda da önemli kırılmalar yaşandı. Bu kırılmaların ana omurgası, güç paylaşımının yarattığı psikolojiyle ilgiliydi. Özellikle 27 Mayıs’ta ordunun iktidarı sivillerin elinden alması, Türkiye’de darbenin gelenekselleşmesinin önünü açtı. Bu çalışma, 1960-1964 yılları arasında ordu mensupları arasında yaşanan iktidar mücadelesinin ana eksenleri üzerine inşa edilmiştir. Çalışmanın betimsel yaklaşımı ile birlikte Türkiye’de yaşanan demokrasi krizinin ordu üzerindeki etkisi incelenmiştir. Bilhassa Milli Birlik Komitesi görevi devraldıktan sonra ülkede tek güç olma ülküsünde, adına14’ler verilen ve içlerinde Alparslan Türkeş, Muzaffer Özdağ gibi kişiler tasfiye edilerek yurt dışı görevlerine gönderilmişlerdir. Bu gelişme, ordu içerisinde darbe yanlıları ile sivil iktidarı destekleyenler arasındaki uçurumu gözler önüne sermiştir. 1963 yılında geçici hükümetin kurulmasından sonra dahi bile TSK içerinde sivil iradeyi beğenmeyen subayların darbe girişimleri oldu. Öyle ki bu darbe girişimlerinde askeri hiyerarşi genelde ikinci plana atıldı. Özellikle 22 Şubat Askeri Darbe girişiminden başlayarak 1964 yılına kadar ki hâkim güç, darbe girişimleri gerekçe göstererek 235 general 4171 subay ile 1459 Harp Okulu öğrencisi ordudan tasfiye etti. Özetle orduda yapılan bu tasfiyeler genel olarak merkezi gücü elde etmeye yönelikti.Öğe II. Mahmut Dönemine kadar Osmanlı ordusunda sağlık hizmetleri(MSB Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2015) Türkmen, Mustafa NuriÖğe 1909 Adana olayları öncesi Kilikya ermenilerinin avrupa devletleri ile olan münasebetleri (1878-1909)(Batman Üniversitesi, 2018-12-27) Karlangıç, Osman1878 Berlin Antlaşması'nı takip eden süreçte Osmanlı- Avrupa ilişkilerinde Ermeniler önemli bir yer işgal etmeye başlamışlardır. Avrupa Devletleri kendi çıkarları için Ermeniler üzerinde çeşitli hesaplar yapmışlar, Ermeniler ise bu rekabetten yararlanarak Maraş çevresinde isyan çıkarıp Küçük Ermenistan’ı kurma ülküsünde olmuşlardır. 1862, 1878 ve 1895 yıllarında isyan hareketlerine girişmişlerdir. İsyanlar sırasında Avrupa devletlerinin desteğini almayı başarmışlardır. Bu ayaklanmalar, Osmanlı Devleti üzerinde Avrupa devletlerinin baskılarının artmasına neden olmuştur.Öğe Memlûk Sultanlarının gölgesi altında Hilâfet kurumu(Gaziantep Üniversitesi, 2011-04) Ağır, Abdullah Mesutİlhanlıların 1258 yılında Bağdat‟ı ele geçirip Abbâsî Devletini ortadan kaldırmalarından sonra Türk-İslâm âlemi için büyük önem taşıyan hilâfet makamı üç yıl boyunca tarih sahnesinde görünmeyecekti. Memlûkların Moğollara karşı 1260‟da kazandıkları siyasî zafer Müslümanları büyük bir sevince boğarken, Sultan Baybars‟ın 1261 yılında hilâfeti Kahire‟de yeniden ihdâs etmesi, onların İslâm âlemi üzerindeki saygınlıklarının artmasını sağladı. Fakat Kahire‟de ihdâs edilen halifelik, Bağdat Abbâsî halifeliğinden büyük farklılıklar arz ediyordu. Sultanların gölgesi altında kalmış, hiçbir siyasî yetkisi ve otoritesi bulunmayan, topraksız ve sadece kendisine az bir miktar maaş bağlanan halifeler, birkaç istisna dışında, bu durumlarını Memlûkların sonu olan 1517 senesine kadar sürdüreceklerdi.