Fen - Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Bildiri Metinleri Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Bölüm "Batman Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü" Fen - Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Bildiri Metinleri Koleksiyonu seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 41
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe 19. yüzyılda Nusaybin’e uğramış olan Batılı seyyahlar ve anlattıkları(İksad Publications House, 2018) Nasıroğlu Aydın, MehtapGünümüzde Mardin iline bağlı bir ilçe konumunda olan Nusaybin, tarihi ipek yolu üzerinde yer almaktadır. Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki havzanın yani Mezopotamya’nın kuzey kısmında yer alan şehrin M.Ö. 4500 yılında kurulduğu tahmin edilmektedir. Tarihi süreç içerisinde birçok önemli olaya tanıklık eden Nusaybin, en parlak dönemini M.Ö. 130 ile M.S. 637 yılları arasında yaşamıştır. Şehir, tarih boyunca birçok kültürü, dini ve etnisiteyi aynı çatı altında toplamayı başardığı için batılı seyyahlar tarafından ilgi çekici konumda olmuştur. Batılı devletlerin Osmanlı coğrafyasına olan ilgileri 18. yüzyıldan itibaren yani devletin gerilemeye başladığı dönemde artmıştır. Bu bakımdan özellikle 19. Yüzyılda seyyahların yoğunlaştığı Osmanlı toprakları arasında en önemli bölgelerden birisi Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz havzası ile Doğu sınırları olmuştur. Bu yönüyle imparatorluğun doğu sınırında yer alan Nusaybin şehri de batılı seyyahların uğradığı yerlerin başında gelmiştir. Halep’ten başlayarak Birecik, Urfa, Mardin ve Nusaybin hattını yoğun bir biçimde kullanan batılı seyyahlar tarih boyunca bu güzergâh üzerinden Musul’a geçmişlerdir. Bölgeye uğrayan batılı seyyahlar arasında misyoner teolog, diplomat, subay, doktor, mühendis, arkeolog, biyolog ve antropolog gibi çok çeşitli alanlarda ihtisaslaşmış kişilerin olduğu göze çarpmaktadır. Bölge hakkında bilgi veren şahısların seyahatnamelerinde sadece bölgenin iktisadi ve ticari potansiyeli hakkında değil, bunların dışında pek çok konu hakkında detaylı ve uzmanlık derecesinde bilgiler vermesi dikkat çekicidir. Bu çalışmada 19. yüzyılda Nusaybin’e uğramış olan batılı seyyahların kim olduğu, şehre ne amaçla uğradıkları ve şehir hakkında ne tür bilgiler verdikleri ayrıntılı bir şekilde irdelenecektir. Çalışmada ayrıca seyyahların kente varmak için kullandıkları yol güzergâhları haritalar eşliğinde sunulacaktırÖğe 1950 Genel Seçimlerinin Malatya’ya yansıması(Atatürk Araştırma Merkezi, 2016) İlyas, AhmetÖğe 878 Numaralı Şer’iyye Siciline göre Ankaralı kadınların giyim-kuşam kültürü(Asos Yayınevi, 2019-10-04) Alaca, HanifeToplumsal tarih araştırmalarında en önemli kaynaklardan biri hiç şüphesiz ki şer‘iyye sicilleridir. Şer‘iyye sicilleri içerisinde yer alan tereke kayıtları, ölen kişinin geride bıraktığı malları gösteren belgelerdir. Tereke kayıtlarında bulunan bilgiler o döneme ait ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan önemlidirler. Bu çalışmada, 1799-1800 yılları arasında Ankara’da kadın-giyim kuşamı incelenecektir. Şer’iyye sicilleri içerisinde yer alan tereke kayıtlarından hareketle 18. yüzyılın ikinci yarısında Ankara’da kadın giyim kuşamı ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Bu çalışmamızın temel kaynağını 878 Numaralı Ankara Şer’iyye sicilinde yer alan tereke kayıtları oluşturmaktadır.Öğe Asar-İ İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni’nden Afet İnan’a Milli tarih bilincinin inşası(Asos Yayınevi, 2017-12-28) Özteke, FahriÜlkemizde birçok alanda olduğu gibi tarihçiliğimizin de bilimsel anlamda mesafe kat etmeye başlaması II. Meşrutiyet Dönemi’nde gerçekleşmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde tarih çalışmalarının milli ve ilmi bir temele yerleşmeye başlamasına en fazla katkıda bulunan kurumlardan biri de Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni olmuştur. Encümenin kuruluş felsefesi Türk toplumunun sosyal köklerini araştırıp ortaya çıkarmak üzerine bina edilmiştir. Bu kurumun, kurucu üyelerinin büyük bir bölümü Cumhuriyetimizin eğitim sisteminin mimarları olup Atatürk tarafından takdir edilmiş bilginlerdir. Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni üyeleri Milli Tetebbular Mecmuası ile ilmi birikimlerini kamuoyuyla paylaşmışlardır. Milli Tetebbular Mecmuası’nın yayın hayatı kısa sürse de ülkemizde tarih alanında çıkartılmış ilk önemli akademik dergilerden biridir. Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni ve aynı dönemde kurulan Türk Ocaklarının II. Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde yaptığı çalışmalar, Atatürk Dönemi’ndeki milli tarihçilik anlayışının temelini teşkil etmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra tarihçiliğimizin milli bir anlayışla bilimsel temelde gelişme göstermesine en çok katkı da bulunanların başında model Türk kadını Afet İnan gelmiştir. Afet İnan, Atatürk zamanındaki tarih çalışmalarının adeta koordinatörlüğünü üstlenmiştir. Türk Tarih Kurumu’nun inşası ve Belleten’in bilim dünyasına kazandırılmasında Afet İnan’ın büyük rolü olmuşturÖğe Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin tarihsel serüveni(Asos Yayınevi, 2017-05) İlyas, Ahmet; Çoban, EbruBu çalışmanın amacı yükseköğretim kurumlarının bütün fakülte ve yüksekokullarında okutulan zorunlu derslerden birisi olan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin okutulması sırasında yaşanılan sıkıntı ve sıkıntıların çözümüne yönelik değerlendirmeler bulunmaktadır. Zira 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 4. ve 5. maddeleri gereğince, yükseköğretim kurumlarında, eğitim ve öğretim süresince, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi adı altında okutulması zorunlu bir ders olarak kabul edildikten sonra dersin içeriğine yönelik bir değişiklik yapılmasına rağmen öğrenciler arasında halen rağbet görmemesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin nasıl okutulması sorusunu gündeme getirmiştir. Bu çalışmanın ana omurgalarından biri de İlk olarak 1925 yılında Ankara Adliye Hukuk Okulu’nda Mahmut Esat(Bozkurt) Bey tarafından, İhtilaller Tarihi adıyla verilen dersin geçmiş günümüze geçirmiş olduğu dönüşümü de içermektedir. Türk İnkılâp Tarihi dersinin sorumluluğu 15 Nisan 1942’de kabul edilen 4204 Sayılı Kanunla Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne bağlı olarak kurulan Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsüne verilmiştir. Dersin adı da İnkılâp Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Rejimi olarak değiştirilerek fakülte ve yüksekokullarda zorunlu ders haline getirilmiştir. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra dersin içeriğinde bir takım değişiklikler yapılmış, Fakültelerde iki sömestri, Yüksekokullarda bir yıl olarak okutulması kararlaştırılmıştır. 20 Mart 1968’de toplanan Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü danışma kurulu kararıyla dersin adı bu kez Türk Devrim Tarihi olarak değiştirilmiştir. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü,1 Şubat 1971’de, Devrim Tarihi dersinin amacını, niteliğini, özelliğini yeniden düzenleyerek bu dersi halka benimsetmek ve daha verimli hale getirmek için yeni bir kanun tasarısı hazırlamıştır. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında dersin adı tekrardan değiştirilmiştir. Ardından 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurumu Kanunu’nun 4. ve 5. maddeleri uyarınca, bütün Yüksek Öğretim Kurumlarında, tüm eğitim ve öğretim süresince okutulması zorunlu bir ders olması kabul edilmiştir. Yine Yüksek Öğretim Kurumu tarafından da bir ders kitabı hazırlanmıştır.Öğe Bir Türk aydınının Avrupa emperyalizmine tepkisi: Mehmet Akif Ersoy(İksad Yayınevi, 2019-03-23) Karlangıç, OsmanMehmet Akif’in yaşadığı devir Avrupa emperyalizminin dünyayı en acımasız yöntemlerle sömürme çabalarının doruk noktasına çıktığı döneme denk gelir. Emperyalist mücadelede rekabet kızışmış, Osmanlı Devleti büyük güçlerin en önemli hedeflerinden birini teşkil etmiştir. Mehmet Akif işte böyle bir dönemde Avrupa’nın hümanist söylemlerinin uygulamalarıyla örtüşmediğini dünyaya haykıran bir Türk aydını olarak belirir. Osmanlı Devleti’nde emperyalizmin hedefleri konusunda ilk uyanan aydınlardan biridir. Avrupalı devletlerin politikalarını güçlü bir tarih şuuruyla doğru tahlil etmiştir. Avrupa merkezli sömürü düzeninin Müslümanlar ve Osmanlı Devleti için ne anlama geldiğini anlatmak için çırpınmıştır. Öyle ki vaazlarında, şiirlerinde, neredeyse her konuşmasında milletini uyarmayı görev bilmiştir. Özellikle kavmiyetçiliğin Müslümanları iflah olmaz bir yola sürüklediğini, eğer erken uyanılmazsa bunun sonunun ölüm olacağını ve geri dönüş imkânının kalmayacağını ifade etmiştir. Bu endişeleri dile getirdikten sonra birlikte hareket etmek için hala geç kalınmadığını vurgulamıştır. II. Meşrutiyet, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemi yazıları, vaazları çoğu defa bu uyarılarla doludur. Emperyalizmle mücadelenin çok çalışmayla, birlik ve beraberlikle mümkün olacağını sürekli olarak dile getirmiştir. Özellikle Sevr Antlaşması’yla Türk milletini nelerin beklediğini anlatmış, bu konuda bir bilinç oluşturmaya çalışmıştır. Mehmet Akif emperyalizme karşı milletinin sesi, kalemi olmuş, belki de binlerce kılıcın yapamayacağını bir kalemde yaparak milletini Avrupa’nın emperyalist hedeflerine karşı ruhen birleştirmeyi başarabilmiş ve Milli Mücadele’nin manevi lideri olarak anılmayı hak etmiştir. Şair, emperyalizme ya da “medeniyete(!)” karşı öfke doludur. Bu öfke Avrupa’nın bilimine, teknolojisine karşı değil; medeniyet kavramını kullanarak başka milletlere en vahşi uygulamaları reva görmelerinedir. Kısacası medeniyet söylemlerinin arkasına saklanılarak uygulanan ikiyüzlülüğedir. Bu çalışmada; Mehmet Akif Ersoy’un Avrupa emperyalizmine karşı kalemiyle, söylemiyle ve hareketleriyle tepkisi üzerinde durulacaktır.Öğe Birinci Dünya Savaşı sona ererken islahiye ve çevresinde Ermeni faaliyetleri(İksad Yayınevi, 2019-03-23) İdem, Tekin; Karlangıç, OsmanBirinci Dünya Savaşı sürerken Ermenilerin Suriye bölgesine sevk ve iskânı gerçekleşmiş, böylece Adana çevresinde bir “Kilikya Ermenistanı” kurma ümitleri kaybolmaya yüz tutmuştu. Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybedeceğinin anlaşılması üzerine yeniden bölgeye gelmeye başladılar. 1918 yılından itibaren İslahiye ve çevresinde bazı silahlı faaliyetlere hız verdiler. Bölgedeki Ermenilere kaçak yollarla silah sevkiyatı yapıldı. Bu sevkiyatta Bağdat demiryolunun Osmaniye-İslahiye-Halep güzergâhını kullandılar. Böylece Ermeni çeteleri silahlandırıldı. Demiryolu hattında çalışan görevliler organizasyonda aktif olarak görev almakta ve ticari kazanç da elde etmekteydiler. Silahlı çeteler İslahiye çevresindeki köylerin bazılarının desteğini sağlarken, devlet yanlısı köyleri de tehdit etmekten geri durmadılar. Köylerden bir kısmının desteğini almaları, diğer bir kısmını da sindirmeleri Ermeni çetelerinin yakalanmasını güçleştirdi. Devlet çeşitli defalar silahlı çeteleri yakalamak için asker göndermesine rağmen ormanlık alan ve arazi şartları nedeniyle başarısız oldu. Osmanlı Devleti ne kadar olayların önüne geçmek için çabalasa da organizasyonun çeşitliliği ve işleyişi nedeniyle bölgedeki çete saldırılarının ve onlara silah aktarılmasının önüne geçemedi. Ermeni çetelerine birçok kesimden destek geliyordu. İslahiye’nin nüfuzlu şahsiyetleri, demiryolu üzerindeki istasyon görevlileri ve bazı askerler de bu organizasyonun içerisinde yer alıyordu. Silah sevkiyatında rol alan Müslüman devlet görevlileri ve İslahiye’nin nüfuzlu şahsiyetleri bu işin ticari boyutuyla da ilgileniyorlardı. Yoğun çalışmalar sonucunda Halep ile İslahiye arasındaki bağlantılar çözülmeye başladı. Bu çalışmanın amacı; Birinci Dünya Savaşı biterken İslahiye ve çevresinde Ermeni çetelerin faaliyetlerinde canlanma ve onlara silah sevkiyatı yapılması çabalarını ortaya koymaktırÖğe Bosnia and Herzegovina refugees in the 19th and 20th centuries in the light of Ottoman documents(Epoka University, 2012-10) Nasıroğlu Aydın, MehtapÖğe Çok partili döneme geçişin İlk Kadın Milletvekilleri ve faaliyetleri (1950-1954)(Batman Üniversitesi, 2017-03) İlyas, Ahmet; Çoban, EbruÖğe Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de petrol arama çalışmaları (1925-1940)(İksad Yayınevi, 2019-03-23) İdem, Tekin1925 yılında Musul Meselesi aleyhine sonuçlanmış olan Türkiye, enerjide dışa olan bağımlılığını azaltmak için petrol arama çalışmalarına ağırlık vermiştir. Petrol arama çalışmalarını kendi içerisinde iki dönemde ele almak gereklidir. Birinci dönem; petrol sahalarının tespiti sürecinin yaşandığı jeolojik etüt çalışmalarıdır. Başlangıçta Lüksemburglu Dr. Michel Lucius, 1929 yılından sonra ise ABD’de yaşayan mühendis Cevat Eyüp Taşman’ın Türkiye’ye gelmesi üzerine O’nun öncülüğünde jeolojik etüt çalışmaları yapılmıştır. Etüt çalışmaları Hükümet adına yapıldığı gibi yerli sermayedarlar ve yabancı şirketler de Hükümetten aldıkları izin üzerine bu petrol arama çalışmalarına katılmışlardır. Petrol arama çalışmalarının ilk günlerinde gerek kanuni altyapının bulunmaması gerekse kurumsal birikimin olmaması nedeniyle bu yöndeki eksiklikler de giderilmeye çalışılmıştır. Yapılan etüt çalışmaları ve zaman içerisinde petrol arama çalışmalarının kurumsal bir kimlik kazanması üzerine petrol arama çalışmalarında ikinci dönem başlamıştır. Bu dönemde ise eldeki veriler eşliğinde petrol bölgesi olduğu düşünülen yerlerde sondaj çalışmaları yapılmıştır. Dönemin İktisat Vekili Celal Bayar’ın da hazır bulunduğu bir törenle Mardin ili Midyat ilçesi Basbirin bölgesinde ilk sondaj kuyusu açılmıştır. 13 Ekim 1934 tarihinde başlatılan sondaj çalışmaları neticesinde Basbirin-1 ismi verilen kuyuda petrol emarelerine rastlanılmışsa da bu petrolün ekonomik bir değeri olmadığı gerekçesiyle 15 Haziran 1936’da sondaj kuyusu kapatılmıştır. Basbirin bölgesinden sonra Midyat ilçesindeki Hermis ve Kerbent bölgelerinde sondaj çalışmalarına devam edilmiştir. Sondaj çalışmalarından sonuç alınamaması üzerine Türkiye’nin ekonomik değerli ilk petrol kuyularının açılacağı Raman Dağı’nda çalışmaların devam etmesi kararlaştırılmıştır. Bu çalışmanın amacı; 1940 yılında Siirt vilayeti Beşiri İlçesi İluh (Batman) nahiyesinde ekonomik değer teşkil eden ilk petrol kaynakları tespit edilene kadar ki süreçte Türkiye’nin petrol arama çalışmalarını ortaya koymaktırÖğe Darbenin meşruiyeti çerçevesinde 15 Temmuz darbe girişimi ile 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin karşılaştırılması(Muş Alparslan Üniversitesi, 2017-05) İdem, TekinÖğe Demokrat Parti Döneminde Bingöl ilinde eğitim (1950-1960)(ECLSS2017a, 2017-08) İlyas, Ahmet; Çoban, EbruBu çalışmanın amacı Türkiye’de çok partili döneme geçişle birlikte Türkiye’nin eğitim politikası profilini ortaya koymak ve bu eğitim politikalarının Bingöl şehrindeki etkisini belirlemektir. Genel olarak bakıldığında bir ülkedeki eğitim politikası, o ülkedeki yönetimin niteliğini yansıtmaktadır. Siyasi iktidarlar da sosyal politika aracı olarak gördükleri eğitim konusunu çeşitli dönemlerde yönlendirmişlerdir. Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle beraber ülkede okuma-yazma oranının % 10 civarında olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Atatürk döneminde önemle ele alınan eğitim konusunda nicel artış İnönü döneminde Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla gelişme göstermiştir. Yeniden inşa edilen ülke için eğitim konusunda birçok adım atılmış ancak dünya siyasi haritasını ve görüşünü önemli ölçüde etkileyen II. Dünya Savaşı ile Batı’da yeni bir dünya düzeni kurulmuştur. Bu durum yeni dengelerin oluşmasına neden olduğundan, Türkiye’de bu yeni oluşum içerisinde kendine yer bulabilmesi için siyasal yapısını gözden geçirmesi kaçınılmaz olmuştu. Bilhassa bu oluşumun bir sonucu olarak 1946 yılından itibaren Türkiye’de çok partili döneme geçilmiştir. Demokrat Parti’nin kurulması ve 1950-1960 yılından itibaren kesintisiz süren iktidarı, ülkede birçok dengeyi değiştirdiği gibi eğitim konusunda da önemli adımlar atılmasına zemin hazırlamıştır. Eğitimin yaygınlaştırılması ile yapılan çalışmalar ülkedeki tüm illerde olduğu gibi Bingöl ilinde de olumlu etkisini göstermiştir. Bingöl’de 1950-1960 yıllarında Demokrat Parti programında yer alan okuma-yazma oranının arttırılma hedefi uygulanmış, özellikle bu dönemde okul, öğretmen, öğrenci sayısında nicel artışlar meydana gelmiştir. Demokrat Parti iktidarından önce ilde ilköğretim dışında okulların olmadığı daha sonra 1950-1960 yıllarında Bingöl’de orta öğretim kurumlarından ilki eğitim vermeye başlamıştır.Öğe Destek verdiği devrimlerle bir başka açıdan Darü’l-Fünun(İksad Publications House, 2018) Özteke, FahriDarü’l-fünun Türk çağdaşlaşmasında konumu itibarıyla en hassas kurumlardan biridir. 1863-1933 yılları arasında kesintilerle yaklaşık 70 yıl boyunca varlığını sürdürmüştür. Okul özellikle kökten yenilikçi çevreler tarafından değişikliklere kapalı bir tutum sergilemekle suçlanmıştır. Oysa Osmanlılar zamanındaki uygulamalar sayesinde ülkemizde sivil eğitime başlanılan ilk eğitim kurumu, bilimsel alanda uluslararası işbirliğinin önemine vurgu yapılmış ilk resmi müessese, medeni hukukun akademik mantıkla öğretildiği ilk yer Darü’l-fünun olmuştur. Sultan II. Abdülhamit’in gayretleriyle Darü’l-fünun bünyesinde tesis edilen Ulum-ı Aliye-i Diniye şubesi, Cumhuriyet Dönemi yüksek din eğitimi uygulamalarına temel teşkil etmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Darü’l-fünun sayesinde kız çocuklarına yükseköğrenim imkânının sunulması Türkiye’de karma eğitime geçişin önünü açan ilk gelişmelerden biridir. Atatürk, “timsal-i medeniyet Darü’l-fünun olacaktır” prensibinden hareketle Cumhuriyetin ilanının ardından okula büyük önem vermiştir. Cumhuriyet Darü’l-fünun’u dil-alfabe devrimi, şapka iktisası kanunu, ibadet dilinin yerlileştirilmesi, ibadethanelerin tasnifi ve tarikat kurumlarının kapatılması gibi hayati öneme sahip devrimlerin açık bir biçimde yanında yer almıştır. Ancak Osmanlı dönemini anımsatan görüntüsünden tam anlamıyla kurtulamaması ve bir türlü çağdaş üniversite ayarına yükselememesi sonucunda Darü’l-fünun Atatürk’ün talimatıyla kapatılmıştır. Ülkemizde yükseköğrenimin çekirdeğini meydana getirmiş okul üniversite reformu kapsamında tarihi işlevini tamamlamıştırÖğe Din adamlarının ibadet dilinin yerlileştirilmesine karşı gösterdiği olumlu ve olumsuz tepkiler(İksad Publications House, 2018) Özteke, Fahriİslam Tarihi’nde ana dilde ibadet sorunsalı Hz. Ömer’in hilafet döneminde doğrudan dile getirilmeye başlanmıştır. Avrupa’da ise kutsal metinler XV. yüzyılla beraber Latince dışındaki diğer dillere tercüme edilmiştir. Türklerde Karahanlılar, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Beylikler Döneminde ibadet dilinin yerlileştirilmesine dair bazı teşebbüslerde bulunulmuştur. Fakat ibadet dilinin Türkçe olarak gerçekleştirilmesi ile ilgili ilk ciddi girişimler XIX. yüzyılın ikinci yarısında aynı zamanda bir din adamı da olan Ali Suavi tarafından yapıldı. II. Meşrutiyet Dönemi’ne gelindiğinde Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi düşünürler dışında din adamları da bu konuda meseleye müdahil olarak fikir beyan etmişlerdir. Mehmet Ubeydullah, Musa Kazım, Mustafa Hayri Efendi ve M. Şerafettin Yaltkaya bu din adamlarının başında gelen isimler olmuştur. Atatürk, ilerleyen yıllarda ibadet dilinin mutlak suretle millileştirileceğini Milli Mücadele yıllarındaki uygulamaları ve söylemleri ile zaman zaman ifade etmiştir. Bir devrim kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı 1924-1950 yılları arasında ibadet dilinin Türkçe olarak gerçekleştirilmesi ile ilgili çalışmalara öncülük etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkçe ibadet tartışmaları özellikle şu üç ana eksen etrafında gerçekleşmiştir: Türkçe Kur’an-ı Kerim, Türkçe hutbe ve Türkçe namaz. Başta İsmail Hakkı İzmirli, Elmalı Hamdi Yazır, Mehmet Akif Ersoy, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Cemaleddin Efendi, Hafız Yaşar Okur, Hafız Rıfat Bey, Müfid Efendi, Kamil Miras, Babanzade Ahmet Naim ve Ahmet Hamdi Akseki olmak üzere Cumhuriyet Dönemi’nde birçok din adamı ve düşünür Türkçe ibadet ile ilgili tartışmalara bir şekilde katılmışlardır. 1950 yılına gelindiğinde Türkiye’de iktidar değişmiş ve ibadet dilinde Arapçaya dönülmesi konusunda halkın desteği de alınarak ciddi adımlar atılmıştır. Ancak 1950-1960 arasında da özellikle basın üzerinden ibadet dilinin yerlileştirilmesi ile ilgili tartışmalar yine devam etmiştirÖğe Diyarbakır Müftüsü Hacı İbrahim Efendi’nin Milli Mücadele’ye verdiği destek(Atatürk Araştırma Merkezi, 2019-04) Özteke, FahriÖğe Güneydoğu Anadolu Bölgesinde açılmış halkevlerinin sosyokültürel yapıya etkileri(İksad Publications House, 2018-05-15) Özteke, FahriTek parti döneminde ulusal ve çağdaş bir eğitim öğretim sistemi meydana getirme ülküsüyle açılmış devrim kurumlarının başında Halkevleri gelmiştir. Halkevleri sıradan bir eğitim öğretim kurumu olmanın ötesinde toplumsal yapıya doğrudan tesir etmiş kültür merkezleri olarak da dikkat çekmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 1934 yılından başlayarak 1949 yılına kadar 152 Halkevi ve Halkodası açılmıştır. Bu kurumlar Cumhuriyet kadrolarının yeni kimlik inşasında bölge insanına karşı sergilediği hümanist karakterli endoktrinasyonel uygulamaların mühim bir göstergesidir. Güneydoğu Anadolu bölgesinin çok parçalı etnik yapısından dolayı Halkevleri ve Halkodalarında Türkçe konuşma, okuma ve yazma kurslarına ayrıca önem verilmiştir. Bu kurslar sayesinde 1950’li yılların başında bölge insanının yarıdan fazlası okuryazar hale gelmiştir. Halkevleri aracılığıyla bölge kadınları kamusal yaşamda görünür olmaya başladığı gibi çağdaş ve çekirdek aile yapısı hakkında da daha fazla bilgi edinmişlerdir. Aşiretlerden dolayı yüz yıllardır feodal yapının egemen olduğu Güneydoğu Anadolu bölgesinde, Halkevlerinin sosyal etkinlikleri özgür yurttaş tanımına uygun bireylerin sayısının artmasını sağlamıştır. Halkevleri ve Halkodalarının bando kulüpleri yöre halkını çağdaş müzikle tanıştırmıştır. Halkevlerinin Güzel Sanatlar Şubeleri bölgede sosyal dokunun evrilmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Radyo gibi teknolojik araçlar o günün koşullarında ancak Halkevleri vasıtasıyla Güneydoğu Anadolu bölgesinde bilinmeye başlanmıştır. Halkevleri ve Halkodaları şehirlerden kırsala kadar bölgede ulusal bayramların kutlanmasına öncülük etmiştir. Demokrat Parti iktidarının ilk zamanlarına kadar bölgede çalışmalarını sürdüren Halkevleri, birçok fakir çocuğa sahip çıkarak onların topluma kazandırılmasını sağlamıştır. Halkevleri bünyesinde açılmış poliklinikler Cumhuriyet hükümetlerinin başka bir şekilde de bölgeye sağlık hizmetleri ulaştırmasına yardım etmiştir. Cumhuriyet Halk Partisine bağlı olarak etkinliklerde bulunmuş Halkevleri çeşitli alanlarda sundukları hizmetlerle Güneydoğu Anadolu bölgesinde sosyal devrimlerin hayata geçirilmesini kolaylaştırmıştır.Öğe II. Abdülhamid Dönemi’nde Doğu Rumeli’ye dair bir İngiliz Başkonsolosluk raporu (26 Ağustos 1880)(Türk Tarih Kurumu, 2018) Turan, OrhanÖğe II. Dünya Savaşı yıllarında kamusal alana yönelik din hizmetleri(İksad Publications House, 2018-02-15) Özteke, FahriCumhuriyet tarihimizin en zor dönemlerinin başında II. Dünya Savaşı yılları gelmektedir. Ekonomik, askeri ve siyasi açıdan ülke olarak çok zor bir süreçten geçilmiştir. Yaşanan sıkıntılar sosyal alanda da kendisini hissettirmiştir. Böyle hassas bir dönemde din hizmetlerinin düzenli yürütülmesi meselesi sıklıkla gündeme gelmiştir. Fakat bu konuda yaşananlarla ilgili yapılmış bilimsel çalışmaların sayısı da oldukça azdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, II. Dünya Savaşı yıllarında yurttaşları üzerinde din hizmetlerinin aksamadığı intibahı meydana getirmeyi esas politikalarından biri olarak kabul etmiştir. Bu yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı eskiye nazaran daha aktif bir rol oynamıştır. Devlet bu dönemde gerçekleştirmek istediklerini halka anlatmak için camileri adeta bir üs olarak kullanmıştır. Milli ekonominin güçlenmesini temin etmek maksadıyla hutbelerde yerli malı kullanımı teşvik edilmiştir. Atatürk Dönemi’nde uygulamaya başlanan ana dilde ibadet edilmesi projesine sadık kalınmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı, köy enstitülerinin işlevinin tam olarak anlatılması ve kız çocuklarının eğitim düzeylerinin yükseltilmesi konusunda ortak çalışmalar yapmışlardır. Ancak İsmet İnönü ve hükümet yetkilileri özellikle dış politikada hayati meseleleri çözüme kavuşturmaya çalışırken dinsel alana dair yapılan müspet gayretleri halka tam olarak duyuramamışlardır. 1926-1949 yılları arasında çeşitli nedenlere bağlı olarak 2815 cami ve mescidin satışının yapılmasına karşın, 1942-1945 yılları arasında ise tarihi öneme sahip 100 kadar caminin tadilatı gerçekleştirilmiştir. Aynı süreçte güvenlik ve konaklama gerekçesiyle camilerin başka şekilde kullanılması ile ilgili ise kamuoyu yeterince bilgilendirilmemiştir. Kişisel uygulamalardaki hataların yol açtığı yanlış anlaşılmalar, halkın inançlarına yönelik bazı isteklerin koşullar gereği dikkate alınmayışı ve mali zorluklar din hizmetleri konusunda bu döneme özgü olumsuz bir algının meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Özellikle din görevlisi sayısındaki yetersizlik kamuoyunda ciddi rahatsızlıklara neden olmuştur. Bu yaşananların resmi bir kanalla devlet erkânına iletilmesi ise ilk defa 1945’te Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla yapılmıştır. Dönemin hükümeti yapılan bu ihtara karşı olumsuz bir refleks göstermediği gibi eleştirileri dikkate değer bulmuştur.Öğe İngiltere’nin Transkafkasya politikası çerçevesinde Azerbaycan ile ilgili değerlendirmeleri (1917-1921)(Atatürk Araştırma Merkezi, 2018) Turan, OrhanI. Dünya Savaşı (1914-1918) arasında Osmanlı ve Rus orduları arasında çarpışmaların başlamasıyla Kafkasya Cephesi oluşmuştur. Dünya tarihinde yeni bir safhanın başlangıcını oluşturan Bolşevik İhtilâli aynı zamanda büyük bir coğrafyanın şekillenmesindeki rolüyle de tarihteki yerini almıştır. Türk dünyası tarihi açısından da çok önemli olan ihtilâl, I. Dünya Savaşı’nın sürdüğü dönemde ortaya çıkmıştır. Bolşevik Devrimi sonrasında iktidarı ele geçiren Lenin Hükümeti, 3 Mart 1918’de İttifak Devletleri ile Brest-Litovsk Antlaşmasını imzalayarak savaşı sona erdirdi. Dolayısıyla Kafkasya’daki milletler de Lenin’in yayımladığı bildiriye dayanarak bağımsızlık faaliyetlerine girişti. Bu bağlamda Azerbaycan coğrafyadaki diğer milletler olan Gürcistan ve Ermenistan ile birlikte bağımsızlığını ilan etti. I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru 28 Mayıs 1918’de Türk-Müslüman dünyasında kurulan ilk bağımsız cumhuriyet olarak Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kuruldu. Ancak başkent Bakü, Taşnak-Bolşevik işgali altındaydı. Azerbaycan bağımsızlığını kazanmasına rağmen 1918 yazında Bakü; Osmanlı Devleti, Almanya, İngiltere ve Bolşevik Rusya arasındaki siyasi, askeri tartışmaların odak noktası haline geldi. Bir yandan da Kafkasya Cephesi’nde önemli askeri operasyonlarla Bakü petrolleri için mücadele edilmektedir. Dolayısıyla Bakü’nün ele geçirilmesi için bir yarış söz konusuydu. Dolayısıyla askeri ve stratejik konuma sahip Azerbaycan dünyanın güçlü devletlerinin rekabet hedefine dönüştü. Bu noktada Nuri Paşa’nın komutanlığını yaptığı Kafkas İslam Ordusu 15 Eylül 1918’de Bakü’yü ele geçirdi. Şehir kurtarılarak Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin başkenti yapıldı. Ancak 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin şartları gereği Osmanlı Ordusu buradan çekilmek zorunda kaldı. Bundan sonra İngiltere başta Bakü olmak üzere Kafkasya’daki önemli noktaları işgal etti. İngiltere bu işgallerle Bolşevik Rusya ve Osmanlı Devleti’nin bağlantısını kesecek şekilde Kafkas Seddi’ni kurdu. Böylece küresel güç İngiltere 1918-1920 arasında Kafkasya’da askeri ve siyasi açıdan etkili olmaya başladı. Bölge ile ilgili askeri, siyasi, iktisadi rapor ve değerlendirmeler Londra’ya gönderilmeye başlanmıştır. Adı geçen dönem içerisinde İngiliz arşiv belge ve raporları ağırlıklı olmak üzere ve ek olarak diğer arşiv kaynakları doğrultusunda planlanan bu tebliğin amacı Transkafkasya coğrafyası, Osmanlı Devleti’nin bölgeye olan ilgisi, Azerbaycan’ın milli mücadelesi, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kurulması, Osmanlı-Azerbaycan ilişkileri, İngiltere’nin Bakü’yü işgali ve faaliyetleri, Bolşevik Rusya’nın Transkafkasya’yı etkisi altına alması ve işgali ile Türk-Rus Antlaşmasının sonuçları, arşiv belgelerine dayanılarak irdelenecektir.Öğe İsabel Fry ve Türk çağdaşlaşmasındaki yeri(İksad Yayınevi, 2018-05-15) Özteke, FahriYaşantısının büyük kısmını çocuk eğitimine adamış olan İngiliz Pedagog İsabel Fry(1869- 1958), II. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra İstanbul’a gelmiştir. İsabel Fry, Osmanlı Devlet adamlarının daveti üzerine Türkiye’de bulunmuştur. İngiliz eğitim sisteminin reform sürecini çok iyi bilen bir uzman olarak İsabel Fry, Osmanlı maarif sistemi ve kurumları üzerine incelemeler yapmıştır. Ülkemizde eğitimin birikmiş meselelerine yakından tanıklık ettikten sonra bu konu hakkında detaylı bir rapor hazırlamıştır. İngiliz uzmana göre Osmanlılarda kız çocuklarının eğitim düzeyleri, olanakları ve öğretmenlerin donanımları Avrupa’dakilerle kıyaslanmayacak kadar geri durumdaydı. Okulların müfredatlarını da oldukça yetersiz bulan İsabel Fry, Osmanlılarda yabancı dil eğitimine çok geç başlanıldığına dikkat çekmiştir. Osmanlı maarif sisteminde köklü bir değişime ihtiyaç duyulduğunu tespit eden İsabel Fry, Avrupa’dan getirilecek tecrübeli öğretmenlerin Türkiye’de en az beş yıl kalması gerektiğini öne sürmüştür. Ülkemize Avrupa’dan gelen ilk kadın eğitimcilerden birisi olan İsabel Fry’ın Maarif Nezareti’ne sunduğu rapordan sonra kız okullarında kısmi bir iyileşme yaşanmıştır. Fakat dönemin ağır koşulları İsabel Fry’ın raporundaki tespitlerin hayata geçirilmesine mani olmuştur. İşlerinin yoğunluğundan dolayı Türkiye’de ancak bir yıl ikamet edebilen İsabel Fry’ın eğitim hakkındaki görüşleri İttihat ve Terakki üzerinde bir hayli etki bırakmıştır. İsabel Fry, 31 Mart Vak’asından sonra Halide Edip’i Londra’ya davet etmiştir. Halide Edip İngiltere’de yakından tanıma fırsatı bulduğu İsabel Fry’ın özelikle kız çocuklarının eğitimi ile ilgili düşüncelerinin tesirinde kalmıştır. Halide Edip’in zihninde zamanla yerleşen kadın imgesine tesir eden bilim insanlarından birisi de İsabel Fry Oldu. Halide Edip’in zihin dünyasında bıraktığı etkiler açısından İsabel Fry dolaylı olarak Türkiye’de kadın haklarının gelişmesine de katkı sağlamıştır.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »