Fen - Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Moğolların Mardin kuşatması ve Hülagü’den Olcaytu’ya İlhanlı - Artuklu münasebetleri(Tarih ve Gelecek Dergisi, 2018-12-14) Gördeğir, Ercan; Özbek, SüleymanCengiz Han devrinde batıya yönelen Moğollar Harezimlilere ilk darbeyi vurarak karşı konulamaz ordularına İran ve yakın doğu yolunu açtılar. Cengiz Handan sonra torunu Hülagü 1250 tarihinde bütün Moğolların beşte biri büyüklüğünde bir ordu ile tekrar Maveraünnehir ve İran topraklarını istila etti. 1256 yılında Alamut’u alarak başkenti Tebriz olan İlhanlı devletini kurdu. Hülagü 1258 yılında Bağdat’ı kuşatmayla alarak Abbasi devletini ortadan kaldırdı. Böylece Hülagü üç hedefinin ikisine ulaşmış oldu. Moğolların üçüncü hedefi ise Memlukleri ortadan kaldırarak sınırlarını Büyük Okyanus’tan Akdeniz’e kadar genişletmekti. Bu dönemde Mardin ve çevresine hâkim bulunan Artuklular, Moğollar için yukardaki amaçlarına hizmet edebilecek bir coğrafyaya sahiptiler. Bundan dolayı Hülagü Han Mardin kalesinin alınmasına çok büyük önem vermekteydi. Bu nedenle Hülagü Mardin kalesinin muhasarası yaklaşık iki sene sürmesine rağmen Moğol ordusunu geri çekmedi. Ancak Mardin’i Moğollara karşı savunan Mardin Artuklu Hükümdarı I. Necmeddin Gazi’nin ölmesi üzerine onun yerine geçen oğlu Kara Aslan şehri Moğollara teslim etmek için Hülagü ile yazışmış neticede şehir Moğollara teslim edilmiştir. Buna karşılık olarak Kara Aslan’a Diyarbakır, Elcezire ve çevresinin hâkimiyeti verilmiştir. Böylece Moğollar kendileri için her bakımdan stratejik bir müttefik edinirlerken Artuklular da İlhanlılar gibi dönemin süper gücü konumundaki bir devletin desteğini kazanmışlardır. Bu da Moğolların Mardin’e nasıl ve ne amaçla geldiklerini, bölgenin siyaset ve kültürünü nasıl etkilediklerini, bölgenin birliğine ne gibi etkide bulundukları gibi soruları cevaplandı Yine savaş ve çatışma ile başlayan İlhanlı Artuklu ilişkilerinin ne şekilde dünürlük ile sonuçlandığı konusunun üzerinde de durulduÖğe İlhanlı hükümdarlarının Leviratus geleneğine uygun evlilikleri(Tarih Okulu Dergisi (TOD), 2019-12) Gördeğir, ErcanBelirli davranışsal norm ve değerleri benimseyip aşılayan, gerçek ya da hayali bir geçmişle süreklilik gösteren ve genellikle yaygın biçimde benimsenen ritüeller ya da başka sembolik davranış biçimleriyle ilişkili toplumsal pratikler kümesi olarak tanımlanan gelenek Toplumların hayatını ve davranış biçimlerini etkileyen en önemli etkenlerden bir tanesidir. Moğolların sıklıkla uyguladıkları Leviratus geleneği de Moğol örf, adet ve geleneğinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu nedenle biz bu çalışmada söz konusu geleneğe bu noktayı nazardan bakarak bir durum değerlendirmesi yapmaya çalıştık. Ancak İlhanlı hükümdarları ile birlikte İlhanlı devleti bünyesindeki Moğol unsurlarında Gâzân Han’dan itibaren İslam medeniyetine doğru güçlü bir değişim ve dönüşüm yaşanmasına rağmen bu geleneğe başvuruda bir azalmamın olmaması bizim dikkatimizi çekti. Çalışmamızda yöntem olarak konunun daha iyi anlaşılması için Moğolların evlenme hukukuna kısaca değindikten sonra Hülagu Han’dan Ebu Said Bahadır Han’a kadar İlhanlı hükümdarlarının yaptıkları evlilikler arasından Leviratus örneklerini kronolojik sırasıyla hatunlar üzerinden inceledik. İlhanlı hükümdarlarının bu gelenekle evlendikleri hatunlar; Dokuz Hatun, Tuktay Hatun, Bûlûgân Hatun, Uruk Hatun, Döndi Hatun, Tuday Hatun, Araka İgaçi Hatun, Padişâh Hatun ve Kirman Hatun gibi isimlerdir. İlhanlı Devleti’nin iç siyasetinde önemli roller oynayan bu hatunların hangi soy ve kabileye mensup oldukları ve İlhanlı hükümdarlarının üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduklarının anlaşılması için bu hatunları teker teker ele alarak Leviratus geleneğinin ne şekilde ortaya çıktığını inceledik.Öğe Olcaytû Han döneminde İlhanlı vezirleri ve devlet içerisindeki rolleri(Universal Journal of History and Culture, 2019-10-24) Gördeğir, ErcanXIII. yüzyılın ilk çeyreğinde tarih sahnesinde aktif rol oynamaya başlayan Moğollar yapılan büyük istilalar sonucunda kısa sürede geniş coğrafyalarda hüküm süren büyük bir devlet kurdular. Bu durum ele geçirilen yerlere uygun politika ve icraat yürütmek zorunluluğunu da beraberinde getirdi. Zira göçebe medeniyetine uyumlu olan askeri-sivil karmaşık sistemi, büyük şehir ve arazi dayalı iktisadi sistemine bağlı yerleşik milletler için uygun değildi. 1256 yılından itibaren İlhanlı Devleti’nin hükümdar ve yöneticileri tebaasıyla uyum içinde yaşamanın çözüm yollarını aradılar. Bu çözüm yollarından en önemlisi ise uzun zamanlardan beri devlet yönetimi içinde bulunan ve yerleşik kültürün bütün dinamiklerinden haberdar olan İran’ın güçlü ve köklü ailelerinden istifade etmek oldu. Olcaytû Han dönemine damgasını vuran başlıca devlet adamları onun vezirleri Saadeddin Savecî, Reşîdüddîn Fazlullah ve Hâce Tâcüddin Ali Şâh Gîlânî’dir. Bu vezirlerin her biri devlet idaresinde son derece becerikli kişilerdi. Adı geçen İlhanlı vezirleri hükümdarı etkileme yarışında her yolu mubah görmüş ve kendi aralarında amansız bir mücadeleye girmişlerdir. Bu çalışmada Olcaytû Han dönemine damgasını vuran üç vezirin hayatları genel olarak incelendikten sonra kendi aralarında nasıl bir mücadeleye girdikleri ve bu durumun İlhanlı Devleti’ne olan etkisi incelendi.Öğe XIX. Asrın ilk yarısında Menteşe Yöresi’nde Gayrimüslim nüfus hakkında bir değerlendirme(Sosyal, Beşerî ve İdari Bilimler Dergisi, 2019-11) Gördeğir, Ercan; Baran, BüşraSosyal bilimlerde güncelliği konusunda önemini yitirmeyen konulardan biri nüfustur. Bir coğrafi bölgenin nüfus yoğunluğu, ekonomik aktifliği, göç hareketleri ve tüm özel koşullarıyla bağlı olduğu devlet için güç unsuru olmaktadır. Osmanlı Devleti’nde nüfus sayımı niteliğinde olan, klasik dönem nüfus sayımları ve ardından modern anlamda yapılan ilk nüfus sayımı II. Mahmut döneminde gerçekleşmiştir. Devletin himayesinde bulunan cemaatlerin idari kolaylığı ve devletin sosyo-ekonomik durumlarının tespiti için yapılmıştır. Bilhassa asker sayısı ve vergi oranı için yapıldığı bilinmektedir. XIX. yüzyılın ilk yarısında Menteşe Sancağında bulunan gayrimüslimler hakkında yapılan bu çalışmada, Menteşe’nin gayrimüslim unsuruna yönelik nüfus özelliklerinin ortaya konması amaçlanmıştır.Öğe XIV. Yüzyılın ilk çeyreğinde İlhanlı-Avrupa münasebetleri(IJEPHSS, 2019-10-15) Gördeğir, Ercanİlhanlı hükümdarları, sınır komşuları olan Memlûk, Altın Orda ve Çağatay devletleri ile aralıksız devam eden çatışmalarının doğurduğu yalnızlık sonucunda hemen hemen her dönem Avrupa’nın ileri gelen ülke liderleri ve Papalıkla sıkı münasebetler kurmayı arzulamışlardır. Bu nedenle İlhanlı Devleti Papalık ve Avrupa ülkeleri ile kesintisiz olarak mektuplaşmak suretiyle bilgi alışverişinde bulunmuştur. İki taraf arasındaki haberleşmelerin ana konusunu ise Memlûklara karşı yapılması planlanan ortak askerî hareket ve papanın İlhanlı hükümdarlarını Hıristiyan âlemine çekebilme umutları oluşturmaktaydı. Ortak düşman olarak görülen Memlûk Devleti’nin mevcudiyeti gerek Avrupalı devletler gerek Papalık gerekse İlhanlılar için büyük bir tehdit oluşturmaktaydı. Fakat iki tarafın karşılıklı bütün görüşme, vaat ve çabaları hiçbir zaman Memlûklara karşı ortak bir harekâta dönüşmemiş ve İlhanlı-Avrupa ittifakı fiiliyata dökülememiştir. Buna karşılık Memlûklar Haçlıları Ortadoğu’dan tamamen atmayı başarmışlardır. Ebu Said Bahadır Han döneminden itibaren İlhanlılarda merkezi otorite zayıflamış ve Ebu Said Bahadır Han’ın ölümüyle birlikte İlhanlı Devleti yıkılmıştır. Memlûklar ise Ortadoğu’da tahakkümlerini uzun süre devam ettirmişlerdir. Bu çalışmada Olcâytû Han Döneminde İlhanlılar ile Hıristiyan Dünyası arasında gerçekleşen münasebetler incelendi. Bu kapsamda Olcâytû Han tarafından 1305 ve 1307 yılında Avrupa’ya gönderilen iki mektupta kullanılan üslup ve bu üslupla verilmek istenen mesajlar değerlendirildi.Öğe 1836 (H. 1252) Tarihinde Van Eyalet merkezinin müslim nüfusu hakkında bir değerlendirme(Sosyal, Beşerî ve İdari Bilimler Dergisi, 2019-12) Gördeğir, Ercan; Baran, BüşraXIX. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nde önemli reformların yapıldığı bir değişim ve dönüşüm çağıolmuştur. Bu yeniliklerden birisi de ülke genelindeki erkek nüfusun sayılıp kayıt altınaalınmasıdır. 1831 yılında II. Mahmut döneminde Osmanlı Devleti’nde modern anlamda ilk nüfussayımları yapılmıştır. Bu sayımlar sonucunda ülke genelinde yaşayan nüfus yapısının temelözelliklerini elde edebileceğimiz önemli tarihi belgeler ortaya çıkmıştır. Başbakanlık OsmanlıArşivinde NFS.d (Nüfüs Defterleri) koduyla muhafaza edilen bu belgeler Osmanlı Devleti’niniçtimai yapısı açısından önemli olduğu kadar, yerel anlamda da önemli bilgiler ihtiva etmektedir.Bu çalışmada Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde NFS.d koduyla, 2794 ve 2796 numarada kayıtlı“Van Vilayeti, Van sancağı, Gevaş, Karçıkan, Havasur, Vastan kazası Müslim defteri ve VanVilayeti, Van sancağı, Van (nefs) kasabası (mahalleler) kazası Müslim defteri” tanıtım vedeğerlendirmesi yapılmaya çalışılmıştırÖğe Olcaytu Han’ın Gilan seferi (1306-1307)(Tarih ve Gelecek Dergisi, 2019-08-23) Gördeğir, ErcanXIII. yüzyılın ilk çeyreğinde dünya dengelerini alt üst eden yeni bir güç ortaya çıktı. Bu güç Cengiz Han önderliğinde yirmi yıl gibi çok kısa bir zaman diliminde büyük bir imparatorluğa dönüşen Moğollardı. Cengiz Han sıkı bir disiplin altında güçlendirdiği orduları ile çevre kabileleri hâkimiyet altına aldıktan sonra 1206 da kağan ilan edildi. Böylece Yakındoğu için kasırgaya dönüşecek rüzgâr Karakurum’dan esmeye başladı. 1227 tarihinde Cengiz Han öldüğünde çocuklarına sınırları Çin’den Harezm ve Kırım’a kadar uzanan devasa bir imparatorluk bıraktı. 1251 tarihinde Moğol kuvvetleri Yakın Doğu üzerine tekrar harekete geçti. Bu kuvvetlerin liderliğini yapan Hülagü Han, 1256 tarihinde Alamut Kalesi’ni teslim alarak Tebriz merkezli İlhanlı Devleti’ni kurdu. Ardından 10 Şubat 1258 tarihinde Abbasi Devleti’nin merkezi Bağdat’ı aldı. Böylece Gilan Bölgesi hariç bütün İran, Azerbaycan ve Irak-ı Acem topraklarında Moğol hâkimiyeti kuruldu. İlhanlı Devleti için oldukça stratejik bir bölge olmasına rağmen 1256 tarihinden Olcaytu Han (1304-1312) devrine kadar hiçbir İlhanlı hükümdarı Gilan bölgesini istilaya girişmedi. Bu çalışmada İlhanlı tarihinde bir ilk olan Gilan bölgesine yapılan askeri harekâtın sebep ve sonuçları ele alındı.Öğe İkinci Meşrutiyet’in ilanının Adana’ya yansımaları ve şehirdeki asayiş sorunları (1908-1909)(Osmanlı Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, 2019-10-15) Karlangıç, OsmanAbdülhamit’in meşruti yönetime son vermesinden sonra ona karşı oluşan muhalefet 1908’de meşrutiyetin tekrar ilanını sağladı. Bunun Osmanlı şehirlerine yansımaları oldu. Şehirlerde yaşanan sevinç gösterilerinde ölçünün kaçması ve sonrasında yaşanan aşırılıklar zaten kötüye giden asayiş problemlerini daha da ağırlaştırdı. Abdülhamit dönemi yöneticilerinin aşağılanarak işten el çektirilmesi ve bunların yerine tecrübesiz yöneticilerin getirilmesi devlet otoritesinin zaafa uğramasına neden oldu. Yine devlet yöneticilerinin işlerine müdahale edenlerin çoğalması, vergi vermek istemeyen bir kesimin ortaya çıkması, durumu daha içinden çıkılmaz hale getirdi. Adana’yı diğer Osmanlı şehirlerinde yaşanan gelişmelerden bağımsız değerlendirmek mümkün değildir. Bu çalışmada İkinci Meşrutiyet’in ilanının Adana’ya yansımaları ve bahsi geçen dönemde şehrin ağırlaşan asayiş problemleri üzerinde durulacak, yaşanan gelişmelerin devlet otoritesine etkileri değerlendirilecektir. 1908-1909 yıllarındaki Türk Ermeni ilişkileri çalışmanın kapsamı dışındadır.Öğe Türk devriminin tasavvuf kurumlarıyla kesişen yolları(Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2017-02) Özteke, FahriTasavvuf kurumları, İslâm coğrafyasında bilim ve kültürün gelişmesine katkı sağlamış, insanların bir araya gelerek sosyal bağlarının kuvvetlenmesine vesile olmuştur. Ancak XVII. asırdan itibaren gözle görülür bozulmalar başlamıştır. Osmanlı modernleşme uğraşıları sırasında revize edilmeye çalışılsalar da istenilen neticelere bir türlü ulaşılamamıştır. XX. Yüzyılın başında İttihat ve Terakki Cemiyeti"nin bazı üyeleriyle beraber bu kurumların Türk Devrimi"nin mimarlarıyla bir şekilde yolları kesişmiştir. Tekke ve benzeri kurumlarda vakit geçiren birçok kişinin gerek I. Dünya Savaşı gerekse Milli Mücadele yıllarında yurt savunmasına destekçi oldukları inkâr edilemez bir gerçektir. Cumhuriyetin ilanından sonra devrimci kadro ve tarikat ehli farklı gruplarda yer almıştır. 1925 Şeyh Said isyanından sonra ilişkiler büsbütün kopmuş ve aynı yıl tekke, türbe ve zaviyelerin kapatılmasına karar verilmiştir. Daha sonraki yıllarda bu müesseseler farklı isimlerle tekrar sosyal dokuda yer almaya çalışsa da eski güçlerine kavuşamamışlardır. 1930"lu yıllarla birlikte Cumhuriyet hükümetleri, tarikat kurumlarını ya satışa çıkarmış ya da önemine binaen tadil ettirmiştirÖğe Dil devriminin içinde yer almış bir Diyanet İşleri Başkanı: Mehmet Şerafettin Yaltkaya(ASOS Journal Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2017-08) Özteke, FahriEğitimci, bilim insanı, yazar, düşünür ve Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Diyanet İşleri Başkanı Şerafettin Yaltkaya, Türk çağdaşlaşmasının en hassas dönemlerinde yaşamıştır. İslamcı, kültür milliyetçisi ve çağdaşlaşma yanlısı fikirleriyle dikkat çekmiştir. İki yüze yakın makale, kitap ve çevirisi olan Yaltkaya gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cenaze namazını kaldırmıştır. Arapça’da Türkçe’ye yaptığı tercümeler, Diyanet İşleri Başkanlığı Dönemi’nde kaleme aldığı Türkçe hutbe kitapları ve ana dilde ibadete yeşil ışık yakmasıyla dil devriminin doğrudan destekçisi olmuştur. Dil devriminin hayata geçirilmesi sırasında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile koordineli çalışmalar yapmıştır. Yaltkaya dil devriminin tabana yayılması için camilerden de faydalanmıştır.Öğe Tarihçiliğimizin kurumsallaşması ve bir kültür milliyetçisi Ahmed Zeki Velidi Togan(Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2018-02) Özteke, FahriAltay Dağlarının eteklerine dikilmiş yazıtlarla başlamış Türk tarihçiliği, İslamiyet’in kabulünden sonra Arap ve Farslıların gölgesinde kalarak gelişmiştir. Osmanlı Devletinde XVII. yüzyılda vakanüvisliğin tesisi ile tarihçiliğimiz kurumsal bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Baskın unsur Türkler olmasına rağmen Osmanlı Devleti zamanında milli bir tarih anlayışından söz etmek mümkün olmamıştır. Çağdaşlaşma tarihimizde kırılma anı sayılan II. Meşrutiyet Döneminde tarihçiliğimiz, daha yerli ve daha bilimsel bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Batılı devletlerle kıyaslandığında geç kalınmış sayılsa da Türk tarihçiliğinin milli bir anlayışla bilimsel olarak kurumsallaşması Atatürk Dönemi’nde gerçekleşmiştir. Atatürk’ün kurdurduğu Türk Tarih Kurumu, 1200 yıldan fazla geçmişe sahip tarihçiliğimizi temsil eden çatı bir yapı olmayı başarmıştır. Asılsız biçimde, çağdaşlaşma hamleleri ve Türk Tarih Kurumu ile muhalifmiş gibi gösterilse de A. Zeki Velidi Togan XX. yüzyılda tarihçiliğimizin ileriye götürülmesinde en fazla uğraş vermiş birkaç isimden birisi olmuştur.Öğe II. Meşrutiyet’ten Demokrat Parti iktidarına atıl halde bırakılmış hayrat kurumları meselesi(Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2018-06) Özteke, FahriTürkiye coğrafyasında yüzyıllardır süren savaşlar ve sosyo-ekonomik gelişmeler beraberinde birçok meselenin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlardan biri de zaman içinde kronik bir hal alan harabe vaziyetteki vakıf kurumlarının nasıl değerlendirilmesi gerektiği sorunsalıdır. II. Meşrutiyet, Mütareke, Atatürk, İsmet İnönü ve Adnan Menderes dönemlerinde gündemi meşgul eden bu konu hakkında iktidarlar halkın hassasiyetlerini ve ekonomik koşullarını göz önünde bulundurarak çözümler üretmeye çalışmışlardır. Ancak çözüm üretmenin tek taraflı olmadığı bu konu ile ilgili yetmiş yılı aşan süreçte harabe durumdaki camii, mescit, medrese, tekke, türbe ve sebiller enkaz vaziyetinden kurtarılmaya çalışılmıştır. Konunun teşhis edilip çözümler üretilmeye başlandığı II. Meşrutiyet Dönemi’nden 1970’li yıllara kadar uzanan zaman zarfında kamuoyu meseleye dini mekânların yıkılıp yıkılmayacağı perspektifinden yaklaşmıştır. II. Dünya Savaşı’nın neden olduğu özgün koşullar konunun daha da karmaşık bir hal almasına sebebiyet vermiştir. Bir ara tartışmalara gayrimüslim vakıfların taşınmazları da dâhil edilmiştirTürkiye coğrafyasında yüzyıllardır süren savaşlar ve sosyo-ekonomik gelişmeler beraberinde birçok meselenin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlardan biri de zaman içinde kronik bir hal alan harabe vaziyetteki vakıf kurumlarının nasıl değerlendirilmesi gerektiği sorunsalıdır. II. Meşrutiyet, Mütareke, Atatürk, İsmet İnönü ve Adnan Menderes dönemlerinde gündemi meşgul eden bu konu hakkında iktidarlar halkın hassasiyetlerini ve ekonomik koşullarını göz önünde bulundurarak çözümler üretmeye çalışmışlardır. Ancak çözüm üretmenin tek taraflı olmadığı bu konu ile ilgili yetmiş yılı aşan süreçte harabe durumdaki camii, mescit, medrese, tekke, türbe ve sebiller enkaz vaziyetinden kurtarılmaya çalışılmıştır. Konunun teşhis edilip çözümler üretilmeye başlandığı II. Meşrutiyet Dönemi’nden 1970’li yıllara kadar uzanan zaman zarfında kamuoyu meseleye dini mekânların yıkılıp yıkılmayacağı perspektifinden yaklaşmıştır. II. Dünya Savaşı’nın neden olduğu özgün koşullar konunun daha da karmaşık bir hal almasına sebebiyet vermiştir. Bir ara tartışmalara gayrimüslim vakıfların taşınmazları da dâhil edilmiştirÖğe Türk yükseköğretiminin rasyonalist evrimi ve Darü’l-Fünun’da görev yapmış yabancı uyruklu bilginler(Dicie Üniversitesi, 2019-04-22) Özteke, FahriEn eski tarihlerden bu yana her topluluk bir eğitim sistemine sahiptir. Uygarlığın gelişimiyle eş güdümlü olarak eğitim sistemlerinin kapsamı da genişledi. Çoklu bir bütün olan eğitim sistemlerinde önemli yer tutan öğelerden biri de yetişkinlerin edinim kazanmasını sağlamaktır. Batı dünyası önce klasik lise ardından üniversite tesis ederek bu konuda yol aldı. Osmanlılar ise bir takım girişimlerden sonra Darü’l-fünun’u kurarak ileri yaştaki insanlarını eğitmeye çalıştı. Yaklaşık 70 yıllık tarihiyle Darü’l-fünun Türk yükseköğretiminin nasıl özgürleşmeye çalıştığını, hangi baskılara karşı direnç gösterdiğini ve ülke meseleleri karşısında ne tür bir refleks verdiğini anlamamız açısından büyük öneme sahiptir. Okulun son 18 yılında görev yapan yabancı uyruklu bilginler ise gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemlerinde yükseköğretimin yeni bir yapılanma içine girmesine rehberlik etti. Cumhuriyet’le beraber Darü’l-fünun’un yolu da devrimlerle kesişti. Bu süreçte yabancı uyruklu bilginler okulun devrimlere entegre olması için yoğun çaba harcadı. Darü’l-fünun gençliğinin fikirsel dinamizm kazanmasında, ülkenin kültürel, tarihi ve coğrafi zenginliklerini kavramasında yabancı uyruklu bilginler önemli rol oynadı. Bu bilginler araştırmalarıyla tarım, hayvancılık ve sanayinin gelişmesine katkıda bulunarak Atatürk’ün milli ekonomi ülküsüne destek verdi. Türk yükseköğretiminin şekillenmesinde ayrı bir yeri olan bu şahısların bir bölümü1933 reformundan sonra da ülkemiz üniversitelerinin gelişimi için uğraştıÖğe Kadınlar Dünyası Gazetesi’nin Milli Hâkimiyet konusuna yaklaşımı(Cedit Neşriyat, 2019-04) Özteke, FahriÖğe Birinci Dünya Savaşı’ndan Milli Mücadele’ye Lice kazası(Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2021-03) Özteke, FahriCoğrafi konumu nedeniyle Lice, tarihin en eski dönemlerinde olduğu gibi Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında da kritik öneme sahip bir belde olmuştur. Lice’den yola çıkarak Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale, Kafkas, Suriye-Filistin, Irak-Basra ve Hicaz-Yemen Cephelerindeki çarpışmalara katılanların sayısı hiçte az değildir. Bölge, tarihin en kaotik zamanlarından birini yaşarken vatansever Liceliler, yanı başındaki Bingöl, Bitlis ve Muş’un işgaline karşı da kayıtsız kalmamışlardır. Türk vatanının kurtuluşu için amansız bir direniş örneğinin sergilendiği Milli Mücadele yıllarında ise, bin bir zorlukla baş etmeye çalışan Liceliler ellerinden geldiği ölçüde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının yanında yer almışlardır. İlçe merkezinde oluşturulan zararlı yapılanmaya karşın milli bir örgüt kurulamamıştır. Ancak Lice halkı, Diyarbakır eşrafı ve bürokratlarının tesis ettiği milli-dini organizasyonlara destek vermişlerdir. Dönemin İlçe Müftüsü Ankara fetvasını imzalayarak örnek bir duruş sergilemiştir. Aralıksız devam eden savaşlardan yılan Liceli askerlerin bir bölümü ordudan firar etmişlerdir. Bu yüzden Milli Mücadele sürecinde Lice ve çevresinde asayişin sağlanması hayli zor olmuştur. Hani ve Kulp yörelerinde prestij sahibi bazı kişilerin ulusal direniş lehine çağrıda bulunmaları firarilerin sayısını biraz da olsun azaltmıştır. Liceliler, özellikle El-Cezire ve Batı Cephelerinde milli birliklerin yanında yer alarak düşmana karşı direnç göstermişlerdirÖğe İnönü Muharebeleri sırasında Hilal-i Ahmer ve Yunan Salib-i Ahmer Cemiyetlerinin çalışmalarının analitik bir yaklaşımla ele alınması(Anadolu Üniversitesi, 2021-04-01) Özteke, FahriSon yıllarda Millî Mücadele (1918-1923) üzerine yapılmış çalışmalarda belirgin bir artış olsa da böylesi kritik bir savaşta, sağlık hizmetlerinin hangi koşullarda yürütüldüğüyle ilgili araştırmaların henüz yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu çalışmada milli güçler, Batı Anadolu’daki işgaller ve İnönü Muharebeleri sırasında düşman kuvvetleriyle çarpışırken nasıl bir sağlık organizasyonu meydana getirildiği ele alınmıştır. Söz konusu organizasyonda, Hilal-iAhmer Cemiyetinin konumu somut verilere dayandırılarak irdelenmiştir. Bugün Türk Kızılayı olarak bilinen cemiyetin, uluslararası savaş hukuku ve insani ölçütleri referans kabul ederek hem Türkler hem de Yunanlılara ulaştırdığı hizmetler hakkında bilgi verilmiştir. Sağlıkla birlikte başka alanlarda da önemli işlevler yerine getirdiği orijinal kaynaklar bazında göz önüne serilmiştir. Türk tarafındaki bu gelişmelere karşılık, Yunan Salib-i Ahmer Cemiyetinin nasıl bir pozisyon takındığı kritize edilmiştir. Bu kapsamda cemiyetin bazı zamanlar tıbbi misyonerlik çalışmaları yürüttüğü bazı zamanlar da taraflar arasındaki gerilimi tırmandıracak etkinliklerde bulunduğu belirtilmiştir. Bizans ve Pontus Rum İmparatorluklarını yeniden kurma düşüncesine hizmet edip açtığı hastaneleri silah deposuna çeviren Salib-i Ahmerin, Anadolu’daki görünümünün bir sağlık kuruluşu olmaktan çok daha öteye geçtiği tezi desteklenmiştir. Siyasi ve askeri olaylardaki rollerinin yanı sıra her iki cemiyetin oluşturduğu sosyolojik imgenin değerlendirilmesi yapılmıştır.Öğe Balkan Savaşları’nda Darülfünunda yaşanan deneyim ve Japonya ile kurulan dostluğun tarihsel tahlili(History Studies, 2021-08-28) Özteke, FahriOsmanlı Devleti birçok yönüyle Doğudan Batıya doğru evrilirken inşa edilen Darülfünun (1863-1933), imparatorluktan ulus-devlete geçişte son derece önemli ipuçları veren bir kurum idi. Bu çalışmada, öncelikle Balkan Savaşları (1912-1913) sırasında okuldaki seferberlik durumu ortaya konuldu. Balkan devletlerine karşı amansız bir mücadele verilirken Darülfünun aracılığıyla gerçekleştirilen organizasyonların Büyük Savaş (1914-1918), Millî Mücadele (1918-1923) ve Cumhuriyet dönemlerine olan etkilerine dikkat çekildi. Balkan Savaşları öncesinde düzenlenen öğrenci mitingleri sayesinde “Müdafaa-i Hukuk” ruhunun temellerinin atıldığı belirtildi. Savaşın en hararetli zamanında aydın kadınlar tarafından okulda tertip edilen konferansların, Türk kadın haklarının gelişiminde bir kırılma anı olduğuna vurgu yapıldı. Müderris ve öğrencilerin savaşta sivil örgütlerle eş güdümlü faaliyetlerinin ileriki kuşaklar için ne tür bir model teşkil ettiği üzerinde duruldu. Dış Türkler ve Müslümanlardan gelen yardımlar ekseninde ideolojilerin ve insani duyguların savaşa nasıl tesir ettiğine değinildi. Rusya’daki Türkler ile Ortadoğu’daki Müslüman toplumların Osmanlılara doğrudan parasal kaynak temin edemedikleri zamanlarda dahi başka türlü destek verdiği açıklandı. Uzakdoğu’da Hindistan, Çin, Malezya, Singapur ve Endonezya’da yaşayan Müslümanların Osmanlılarla bir şekilde irtibata geçtiği somut verilerle belgelendi. Ancak savaş anında Osmanlılara sadece Türk-İslam dünyasından yardım yapılmadı. Toplum olarak İslam’a saygı duysalar da Müslüman nüfusunun çok az olduğu Japonya’dan da Türklere yardım eli uzatıldı. Çalışmada işlenen diğer temel konulardan biri de Darülfünun merkezinde Balkan Savaşları ile pekiştirilen Türk-Japon dostluğu oldu. Buradan hareketle okulun savaşta oldukça ağır koşullarla boğuşurken meydana getirdiği “etik evren” göz önüne serildi. Darülfünun, Balkan Savaşları’nda Tokyo’daki yükseköğretim gençliğiyle kurulan diyalogda başat rol oynadı. Böylece Darülfünun bir nevi sıradan bir eğitim kurumu olmanın ötesine geçtiğini gösterdi. O dönemde, Uzakdoğu’nun küçük deviyle kurulan ilişkiler Cumhuriyet Türkiye’sine olumlu şekilde yansıdı.Öğe Millî Mücadele Dönemi'nde (1918-1923) Güneydoğu Anadolu'da kadınlar(Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 2021-06-30) Özteke, FahriTürk kadını, Millî Mücadele süresince ülkenin dört bir tarafında erkeklerden geri kalmayarak önemli uğraşlarda bulundu. Demokrasi ve huzur getirme adına Batılı emperyal güçlerin yaptığı haksızlıkları dünyaya duyurmak için tertip edilen mitinglere katıldı. Yaşanılan zulümlere dikkat çekmek için ilgili makamlara protesto telgrafları çekti. Cepheye çeşitli malzemeler taşıyarak ordunun lojistik ihtiyaçlarını karşıladı. Hatta bazı zamanlar düşmanla yüz yüze geldi. Buradan hareketle, söz konusu evrede Güneydoğu Anadolu'daki kadınların bir bölümü de Müdafaa-i Hukuk ruhuna yakışır biçimde vatanın bağımsızlığı için ciddi anlamda gayret gösterdi. Diyarbakır, Kilis, Siirt, Antep ve Urfa'da binlerce kadın, işgallerin kınandığı mitinglerde saf tuttu. Urfa-Viranşehir ve Diyarbakır-Silvan'dan kadınların yolladığı telgraflar bölgedeki milliyetçi kitlenin hissiyatlarına tercüman oldu. Bu sırada Antep'ten Van'a kadar uzanan alanda kadınlara y a p ı l a n i ş k e n c e v e t e c a v ü z l e r, B a t ı Anadolu'daki hemcinslerinin yaşadıklarından pek farklı değildi. Bütün bu olup bitenler esnasında gözünü budaktan sakınmayan kimi kadınlar doğrudan cepheye yardıma koştu. Onların bu cesareti erkeklere de örnek teşkil etti. Ulusal direniş yıllarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki kadın gayretinin ilk defa bir bütün halinde irdelendiği bu araştırmada, hiç gündeme getirilmemiş veya çok az dillendirilen şahsiyetlere değinildi.Öğe Diyarbakır Müftüsü Hacı İbrahim Efendi’nin Milli Mücadele’ye verdiği destek(Social Sciences Studies Journal, 2020-08-15) Özteke, FahriTürk-İslam Tarihi’nin en hassas zamanlarında sağduyudan yana tavır belirleyen Diyarbakır halkı, aynı tutumunu I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında da gösterdi. Bunda belirtilen süreçlerde şehirde müftülük görevini yürüten İbrahim Efendi’nin önemli katkıları oldu. İbrahim Efendi, gerek klasik gerekse modern eğitim kurumlarında öğrenci yetiştirmiş aydın ve birleştirici özelliklere sahip bir din adamı idi. I. Dünya Savaşı yıllarında kendi çabalarıyla kurduğu gönüllü birliği ile Kafkas Cephesi’nde Ermenilerle mücadele eden İbrahim Efendi, savaşın sonlarına doğru Musul’a kadar giderek Türk birliklerine destek verdi. Milli Mücadele yıllarında Diyarbakır’da Atatürk ve arkadaşları lehine kamuoyu oluşturdu. Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılamasa da milli örgütlenmenin gereğine işaret etti. İzmir’in işgali karşısında protesto telgrafları çekilmesine ön ayak oldu. Ankara fetvasını imzalayan 153 din adamından birisi olarak Milli Mücadele’nin meşruiyet kazanmasını sağladı. Diyarbakır gençlerini vatan savunmasına destekçi olmaları için Batı ve Güney cephelerine yönlendirdi. Büyük Taaruz’dan sonra şehirde günlerce süren kutlamaların büyük bölümünü tertip etti.Öğe XV. Yüzyılda Vulçıtrın Nahiyesi(Çankırı Karatekin Üniversitesi, 2019-12-15) Alaca, HanifeBugün Kosova’nın önemli şehirlerinden biri olan Vulçıtrın, Kosova’nın başşehri Priştine’nin 27 km kuzeybatısında ve Mitriviça’nın 10 km güneydoğusunda yer almaktadır. Vulçıtrın, Kosova ovasının kuzey bölümünde, Çiçavitsa Dağı’nın eteklerinde, Sitnitsa nehrinin kıyısında konumlanmıştır. Vulçıtrın adı Arnavutlar’da Vushtrri, Slav kökenli kaynaklarda Vucitrn, Türkler’de Vıçıtırın/Vuçıtırın olarak, Osmanlı kaynaklarında ise Vulçıtrın/Vılçıtrın şeklinde geçmektedir. Vulçıtrın, 1455 yılında II. Mehmed zamanında kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine geçmiş ve 1462 yılında Rumeli Eyaleti’ne bağlı olarak kurulan ilk sancak olmuştur. Vulçıtrın’da 1455 yılında Müslüman nüfus bulunmaz iken 1477 yılından itibaren Vulçıtrın’da Müslüman nüfusa rastlanmaktadır. 15 yüzyılın sonlarına doğru, 1486 yılında Vulçıtrın’da 43 Müslüman yaşamaktadır. Bu da yüzyıl içerisinde bölgenin demografik ve dinsel yapısının değiştiğini göstermektedir. Bu çalışmanın konusu XV. asırda Osmanlı hâkimiyetine geçmiş olan Vulçıtrın nahiyesinin idarî, iktisadî ve demografik yapısıdır. Araştırmanın temel kaynaklarını Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan 1455, 1477, 1485, 1486 yılına ait tahrir defterleri oluşturmaktadır. Bilindiği üzere Tahrir defterleri 15. yüzyıl Osmanlı şehir tarihi açısından son derece önemli bilgiler ihtiva etmektedir.